Bu makalenin orijinal hali DefenceTurk.net sitesinde yayınlanmıştır. The FEAS Journal, DefenceTurk.net ile iş birliği çerçevesinde iki platformda da ortak yazılar yayımlamaktadır. © Bu yazının telif hakları The FEAS Journal ile paylaşılmıştır.
Güç kavramı esas itibariyle insanlık tarihi kadar eski bir geçmişe sahip. Uluslararası ilişkilerde de çok sık karşımıza çıkan bu kavram için farklı tanımlamalar yapılmakta. Uluslararası sistemdeki aktörlere dair herhangi bir şey konuşulduğunda veya tartışıldığında istisnasız bu kavramı duyuyor veya okuyoruz. Bu çalışmada güç kavramının farklı boyutları ve etkileri ayrı ayrı incelenecek ve daha sonra ‘yumuşak güç’ boyutunun önemi ve günümüz yansımalarına bakacağız.
Başlamadan belirtmiş olayım; Güç gibi çok boyutlu kullanımı olan bir kavramı tek bir boyutu ile anlamaya çalışmamak gerekir. Bu yazıda gücün sadece kolluk kuvvet kapasitesi veya vurucu unsurlardan oluşmadığını tekrar hatırlatmak veya bilinmiyorsa açıklık getirmek istenmiştir.
Uluslararası İlişkiler Teorilerinde ‘Güç’
Dış politikada ülkeler için var olmak ve güvenlik, hayati çıkar, prestij amaçları ve bunların da geneli olarak ulusal çıkara sahip olabilmek için sahip olunması gereken şey kabaca ‘güçtür’.
Güç için yapılan tanımlamalara baktığımızda bazı düşünürlere göre güç; kapasite, bazılarına göre etki, bazılarına göre amaç ve bazılarına göre ise amaca ulaşmada bir araçtır. Uluslararası arenadaki ülkelerin eylem ve politika analizlerinde ise çok sık başvurulan açıklayıcı bir kavramdır güç. Öyle ki güç ile her şeyi açıklamaya çalışıyoruz bazen…
Teorik yaklaşımlarda da “güç” kavramına merkezi bir önem atfedilmiştir. Güç kavramı genellikle realist yaklaşımla özdeşleştirilmiştir ancak idealist yaklaşımda da önemli bir yere sahiptir. İdealist yaklaşım, gücün savaş dışı yöntemlerle ve özellikle ekonomik yöntemlerle de sürdürülebileceğini savunmaktadır. Realist yaklaşımdaki güç; şiddet odaklı sonuç doğuracak yöntemleri ifade etmekte ve savunmaktadır. Ayrıca Marksizm ve Feminizm gibi diğer eleştirel teorilerin analizlerinin odak noktasında yine güç ve güç ilişkileri bulunmakta. Bu nedenle “güç” kavramını sadece realist yaklaşım ile özdeşleştirmek büyük bir yanılgıyı beraberinde getirecektir. Realist yaklaşım dışındaki diğer yaklaşımlar, analizlerinde güce merkezi önem vermekte ancak kaba kuvvetin aksine fikirlere ve kültürel bağlamlarda yapılan vurgular ile realist yaklaşımdan farklılaşmaktadır.
Güç Gerçeği
Uluslararası ilişkilerde hukuk kuralları bağlamında merkezi bir otoritenin ve etkin bir denetim mekanizmasının olmaması nedeniyle anarşik yapıya sahip bir ortamda ilişkiler yürütülür. Aktörlerin kendi başlarının çaresine bakmak durumunda kaldığı bu sistemde; her devlet de varlığını sürdürmek ve kendi güvenliğini sağlamak için bazı stratejiler izlemektedir. Bu durumda güvende olmanın en garanti yolu güçlü olmaktır.
Günümüz yazarlarının bazıları güç kavramını formel bir şekilde tanımlayarak, gücü bir devletin sahip olduğu fiziksel unsurlar olarak ifade etmektedir. Bazı yazarlar ise gücün fiziksel biçiminden ziyade bu gücün kullanılabilirliği üzerinde durmakta ve gerçek gücün; kullanılabilmesi ve diğer ülkeler üzerinde etki yapabilme yetisi üzerinde durmaktadırlar. Güç unsurunu, kullanılabilme ve etki oluşturma kıstaslarına göre değerlendirmeye alan bu düşüncede etki oluşturmayan ve kullanılamayan gücün, gerçekten gücü yansıtmadığı da ifade ediliyor. Burada etki oluşturmak ile ‘caydırıcılık’ paralellik göstermektedir.
Ne için Güç?
Uluslararası ilişkilerde aktörler başarı ölçeği olarak, aralarındaki ilişkilerde istediklerini elde etme ve diğer aktörlerin davranışlarını etkileyebilen güce sahip olmayı görürler. Güç kullanımında farklı amaçlar olabilmektedir. Güç caydırıcılık veya bağ oluşturma gibi amaçlar doğrultusunda kullanılabilir. Kullanım şekli ne olursa olsun amaç aynıdır; “davranışlarda istenilen yönde değişiklik yapmaktır.” Genel olarak istediklerine ulaşabilen aktörler “güçlü” olarak addedilmektedir. Günümüzde güçlünün istediğini nasıl elde ettiği tartışılmaktadır. Zira istenileni elde etmek için mutlak bir yol yoktur, çeşitli yöntemler bulunmaktadır. Askerî güç kullanmak, iktisadi yaptırımlarda bulunmak gibi farklı metotlar ile diğer aktör davranışlarını istenilen doğrultuda değiştirmek için izlenebilecek yollara örnek olabilmektedir.
Dış politikada etkin olarak kullanılan gücü, kullanım şekline göre; yumuşak güç (soft power), sert güç (hard power), akıllı güç (smart power) olarak sınıflandırabiliriz.
Uluslararası ilişkilerde, devletlerin sert güç (hard power) olarak nitelendirilen askerî ve ekonomik unsurların yanı sıra, yumuşak güç (soft power) olarak nitelendirilen kültürel ve diplomatik unsurları kullanarak etkinliklerini artırmaya çalıştığı bir ortam söz konusudur. Akıllı güçte ise sert güç ve yumuşak gücün muhteşem birlikteliği söz konusudur. Joseph Nye, bir ülkenin diplomatik etkinliğini artırmasının ve nüfuz alanını genişletmesinin tek başına yumuşak veya sert güçten değil akıllı güçten geçtiğini söylüyor. Tam da bu noktada Hasan Basri Yalçın’ın da ifade ettiği gibi: “..sert diplomasi yumuşak unsurlarla veya yumuşak güç gerektiğinde sert adımlarla desteklenebildiğinde anlamlı oluyor. Tek başına yumuşak güç sonuç üretemiyor. Tek başına sert güç sürdürülemiyor.”
Sert güç genel anlamıyla askerî müdahaleler ve ekonomik yaptırımlar, yani baskı ve zorlama ile kendini göstermekte, yumuşak güç ise, diğer aktörlerin rızası ve cazibe sonucu ortaya çıkmaktadır. Sert güç davranış spektrumunun “Emir” ucunda bulunurken, yumuşak güç, “Yanına Çekme” ucunda yer almaktadır.
Her gücü besleyen kaynaklar vardır ve her güç bu doğrultuda bir kapsama sahiptir. Yumuşak gücün kaynağı ve kapsamı ise cazibe oluşturan, çekim etkisi olan her şeydir. Kapsamı ise sert güçte olduğu gibi kısıtlı değildir. Sadece askerî, ekonomik ve siyasal değil bunların tamamını kapsayan ‘toplumsal’ bir kapsama sahiptir diyebiliriz.
Toplumsal Etki Boyutu: Halk
Devlet liderlerinin halkı etkileyebildiği gibi halkın da liderleri etkilemesi muhtemeldir. Her toplumun mevcut liderlerini etkileme gücü kimi zaman liderleri geri adım atmak zorunda bırakacak seviyede tezahür edebilmektedir. Halkın ve toplumun siyasal hayatta ne derece yere ve söze sahip olduğuyla bağlantılıdır. Toplumlar günümüz dünyasında siyasal hayatta çok önemli bir güce sahiptir ve güç doğrultusunda iç ve dış politikada liderlerinin izlediği politikalara müdahale etmekte ve geri adım atmalarına yol açabilmektedir.
Tunus’ta bir seyyar satıcının kendisini yakmasıyla tetiklenen Arap Baharı(?) sürecinde Mısır’ın eski lideri Hüsnü Mübarek bu bağlamda verilebilecek bir çok örnekten yalnızca biri.
Mısır’da Enver Sedat’ın uğradığı suikast sonucu yaşamını yitirmesinin ardından 1981 yılında cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturan Mübarek Mısır’ı 30 yıl boyunca “demir yumrukla” yönetti. Yönetimi boyunca insan hakları ihlalleri ve yolsuzluğun yaygın olduğu iddiaları sıkça dile getirildi. Arap Baharı, Mısır’a Ocak 2011’de Tahrir Meydanı’nda düzenlenen protestolarla ulaştı. Eylemlerin başlamasından 18 gün sonra görevden ayrılmak zorunda kalmıştı.
Gücün El Değiştirmesi ve Kaynak Dağılımı
Günümüzde 732 milyar dolarlık savunma bütçesi ile küresel askerî harcamaların yüzde 38’ini, ihracatının ise yüzde 36’sını; dünya nüfusunun sadece yüzde 5’ine ve 21 trilyon dolara yakın dev GSYİH’ye sahip ABD tarafından gerçekleştirilmektedir. Güç dağılımında herhangi bir denge söz konu olmadığını bu örnekten anlamak mümkündür. Geçmişten bugüne birileri güçlü ve birileri zayıf olmuştur. Zayıflar güçlenmeye başladığında orantısal olarak güçlülerin de zayıflaması kaçınılmazdır. Günümüzde süper güç olarak adlandırdığımız ülkelerden birisinin yaşayacağı bir düşüş/güç kaybı beraberinde yükselen bir diğer güç getirecektir.
Soğuk Savaş bittiğinde SSCB’nin yıkılmış olması ve ABD’nin çok daha güçlü karşımıza çıkması bu duruma yakın tarihten en net örnektir. Güç konusunda geçmişte bir denge olmadığı gibi gelecekte de dengeden bahsetmek imkânsız olur. Güçlü ülkeler tarafından yaratılan hegemonya tarihsel süreçte hep savaşları beraberinde getirmiştir. Günümüz hegemonyasında da bir değişim olması durumunda savaşın beraberinde gelmeyeceğini söylemek mümkün değildir. Tarihte I. Dünya Savaşı’nın nedenlerinden biri olarak Almanya’nın yükselişinden dolayı İngiltere’nin duyduğu rahatsızlık örnek gösterilmektedir.
Gücün Yayılması ve Teknoloji
Teknolojinin yaygın kullanımı “Güç” unsurunun geniş kitlelere ulaşmasında etkilidir. Günümüz global sistemi bilginin en hızlı şekilde yayıldığı ve etkileşimin de yüksek düzeyde olduğu bir dönemde ve “güç” unsuru olarak nitelendirebileceğimiz her şey çok kısa sürede geniş kitlelere ulaşabilmektedir. Burada en temel unsurunun ise siber kullanımın yaygınlaşması olduğunu söyleyebiliriz.
İletişimde de devlet kontrolü ve etkisi olsa da internet ortamında bu etki daha az hissedilmektedir. İletişimde; bireyden bireye, bireyden topluma ve toplumdan topluma olmak üzere yeni kanallar açılmaya devam etmektedir. Küreselleşen dünya düzeninde “bilgiye sahip olmak” en değerli güç olarak görülmektedir ve bilgili/donanımlı insanların sayısı yeryüzünde şimdiye kadar hiç olmadığı kadar fazladır. Gücün etkili ve uluslararası ilişkilerde önemli bir yere sahip olmasında şüphesiz gelişmekte olan teknolojinin yeri büyüktür.
Yumuşak Güç
“Yumuşak Güç” kavramı Soğuk Savaş sonrasında Joseph Nye tarafından uluslararası ilişkilerde literatüre kazandırılmıştır. Nye; “Güç hava gibidir, herkes ona bağlıdır, onunla ilgili konuşur fakat çok azı anlar. Aynı zamanda güç aşk gibidir, onu denemek, açıklamaktan ve ölçmekten daha basittir fakat bu onun gerçekliğini azaltmaz.” sözüyle gücün realist anlamdaki şiddet boyutunun çok ötesinde olduğunu ifade etmiştir.
Yaşadığımız bu dönemde şüphesiz ki dünya: askerî, siyasî, ekonomik ve kültürel alanda inanılmaz bir değişim ve dönüşüm yaşamaktadır. Özellikle yakın geçmişe baktığımızda Berlin Duvarının yıkılması, SSCB’nin dağılması ile birlikte çift kutuplu dünya düzeni yıkılmış ve küreselleşme; teknoloji, ekonomi, ticaret, siyaset, sosyal ve kültürel alanda kendini daha fazla hissettirmiştir.
21. yüzyılla birlikte daha çok hissedilir hâle gelen ‘küreselleşmeye’ paralel olarak devletler, dış politikada imajlarını daha iyi bir pozisyona getirmek için çeşitli iletişim/etkileşim kanalları kullanmaktadırlar. Ulusal ve uluslararası kamuoyu önünde insanî boyutu ön planda tutan girişimler, pozitif imaj oluşturmada daha etkilidir. İnsanî projeler ile kalkınma ve işbirliği için yapılan yardımlar, insanî boyutu ön planda olan pozitif imaja yönelik faaliyetlerin başında gelmektedir.
Toplumsal olgunun siyasete yön vermesi, toplumun talep ve beklentisinin öneminin artması kamu diplomasisinin ortaya çıkışında önemli bir yere sahiptir. Devletler iç ve dış politikada açıklık, şeffaflık ve hesap verebilirlik gibi kamuoyunun tepkisine karşı daha duyarlı bir hâl alırken aynı zamanda iç ve dış kamuoylarını daha fazla etkileme imkânına sahip oluyor. Bu gelişmeler, devletlerin dış politikada diğer aktörlerin toplumlarını hedef alacak iletişim stratejileri oluşturmalarını zorunlu kılmıştır.
Yumuşak Gücün Üç Boyutu
Devletler yumuşak güç uygulamalarında başlıca; “Dış Yardımlar”, “Kültürel Diplomasi” ve “Kamu Diplomasisi” gibi yöntemlere başvururlar. Dış Yardım, “bir ülke veya uluslararası kuruluşun bir başka ülkeye hibe veya tavizli kredi şeklinde aktardığı kaynaklar” olarak tanımlanabilir. Dış yardımlar devlet eliyle yapılabileceği gibi sivil kuruluşlar veya kamu diplomasisi faaliyetleri çerçevesinde de yapılabilmektedir. Türkiye Cumhuriyeti özelinde bakacak olursak TİKA, Kızılay, AFAD ve YTB (Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı) vd. kurum ve kuruluşlar ile bu faaliyetler yürütülmekte.
Yumuşak güç kullanımına günümüzde dış politikada bir araç olarak çok sıkça rastlamaktayız. Her aktör çatışmadan diğer aktörlerin davranışlarını kendi çıkarları doğrultusunda değiştirmek için yumuşak güç kullanımına başvuruyor. Öyle ki uluslararası sistemde savaşın ‘proxy’ yani vekalet boyutuyla ülkeler güç gösterisi yapmaya devam ederken bile öncelik, yumuşak güç unsurları ile sonuca varmaktır.
Dış politikada ülke sınırların gelişen teknoloji ile önem kaybetmesi üzerine diplomatik istenç devlet yöneticilerinden halka doğru bir yönelim içindedir. Bunun farkında olan aktörler başka ülke halkları için kendi ülkelerinin çekim merkezi olduğu imajı yaratarak ülke yöneticilerinin bu doğrultuda hareket etmesine yönelik çalışmalar yapmaktadır. Bu bağlamda Arap Baharı süreci yaşanmadan önce Türkiye Cumhuriyeti’nin Ortadoğu ve Arap yarımadasındaki etkinliği direk akıllara geliyor. Gerek ülkenin dış politikada uygulamaları gerekse de siyasî kişilerin söylemleri bu noktada oldukça etkili olmuştu.
2011 yılı Eylül ayında dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Mısır ziyaretini hatırlayalım. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan dört günlük Kuzey Afrika turunun ilk durağı olan Mısır’da, Kahire Havaalanı’nda dönemin geçici başbakanı İsam Şeref ile birlikte 1.000-1.500 kişilik bir kalabalığın sergilediği “Türkiye-Mısır gelecek için el ele” ve “Kahraman Erdoğan” pankartlı sevinç gösterileriyle karşılanmıştı.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın günümüzde Ortadoğu ve Arap coğrafyasındaki halk üzerinde önemli bir etkisi olduğu genel bir kabul görmektedir. Bu etkinin birçok parametreden beslenmesinin yanı sıra bölgelerde faaliyet gösteren kurum ve kuruluşların bunda etkisi büyüktür. Son olarak COVID-19 ile mücadele kapsamında Somali’ye gönderilen tıbbî yardımlarla ilgili Arapça Twitter hesabından yaptığı paylaşım ciddi bir etkileşimle karşılandı.
Özetle bir aktör diğer aktörleri etkileyebiliyorsa bir çekim gücüne sahipse ve bunları zorlayıcı hiçbir güç kullanmadan yapıyorsa “yumuşak güce” sahiptir. X devleti Y devletini kendi isteklerini isteyecek şekilde etkileyebiliyor, ödül veya cezalandırma gibi yöntemlere başvurmadan bunu yapıyorsa X devleti yumuşak güce sahiptir. Y devleti için X devletinin istediğinin cazip gelmesi önemli noktadır.
Dış Yardımlar ve COVID-19 Diplomasisi
Çin’in Wuhan kentinde baş gösteren COVID-19 (Coronavirus Disease 2019, Koronavirüs Hastalığı 2019) hastalığına neden olan Korona virüs âilesinin son üyesi SARS-CoV-2 (SARS Coronavirus 2; aynı anda günümüzde, yenicil veya yeni tip korona virüs diye de anılır) salgını ile birlikte uluslararası ilişkilerde diplomasinin pandemi boyutu birden çalışma alanı olarak önem kazandı. Çin’in süreçte şeffaf davranmaması sonucunda dünyaya hızla yayılan virüsün ağır sonuçları her geçen gün artarak kendini daha da hissettiriyor.
Tükiye’nin dış politikasında önemli bir konuma sahip olan ‘yumuşak güç’ (soft power); SARS-CoV-2 salgınıyla birlikte bir kez daha dünya kamuoyunun dikkatini çekti. Öyle ki her geçen gün ciddileşen durum karşısında Türkiye dost ve müttefiki ülkelere sağlık malzemesi yardımı yapmaya devam ediyor.
AFAD, Kızılay ve TİKA gibi başta gelen kurumların yanında Millî Savunma Bakanlığı da bu süreçte yoğun mesai yapıyor. Öyle ki “SARS-CoV-2 virüs salgınıyla mücadele kapsamında X ülkesine yardım malzemesi taşıyan TSK’ya ait A400M askerî nakliye uçağı iniş yaptı” artık çok aşinâ olduğumuz ifade olmaya başladı. Bu süreçte Nisan ayı sonu itibariyle tıbbî malzeme yardım talebinde bulunan ülkelerden 55 ülkeye; Balkan ülkelerine, ABD‘den İngiltere‘ye, İspanya, İtalya , Somali… sağlık malzemesi yardımı ulaştırıldı.
SARS-CoV-2/COVID-19 mücadeleleri kapsamında Türkiye Cumhuriyeti’nden ABD’ye iki grup hâlinde tıbbî yardım malzemesi sevk edildi. Bu yardımların kısa vadeli sonuçlar hedeflemediğini ancak ABD’li siyasetçiler nezdinde etki oluşturduğunu görüyoruz. Bu bağlamda ABD Dışişleri Bakanı Pompeo Suriye’nin kuzeyinde Afrin bölgesinde bölücü terör örgütü PKK’nın bombalı eylemi üzerine kınama mesajı yayınlaması ve birçok senatörün, içlerinde Türkiye muhalifi olanlar da mevcut, yardımlardan dolayı Türkiye Cumhuriyeti’ne teşekkür mesajları yayınlaması örnek verilebilir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin ‘Yumuşak Gücü’ olarak TİKA (Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı)
Geçmiş yıllarında dış yardım alma mecburiyetinde kalan bir ülke olan Türkiye’ye, Soğuk Savaşın sona ermesi, SSCB’nin dağılması ve Yugoslavya’nın parçalanması, yeni bir alan açılmasını sağlamıştı. Soğuk Savaşın ürettiği kutuplaştırıcı zeminin yok olması, Türkiye’nin yeni bir dış politika stratejisi geliştirme zorunluluğunu ortaya çıkarmıştı.
Bakanlar Kurulu’nun 24 Ocak 1992 tarihli kararı ile resmî adı, Ekonomik, Kültürel, Teknik İşbirliği Başkanlığı (EKETİB) olan kurum Dışişleri Bakanlığı’na bağlı olarak kurulmuştur. Resmî olarak EKETİB kısaltması ile açıklanmış olsa da zamanla diğer ülkelerdeki benzer kuruluşlarla özdeşleştirilmesi ve daha rahat bir iletişim sağlanabilmesi amacıyla Türk İşbirliği ve Kalkınma Ajansı (TİKA) tanımı kullanılmaya başlanmış ve kamuoyunda bu isimle tanınmıştır. Günümüzde TİKA, Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde faaliyetlerine devam ediyor.
2002 yılında ülkemizin kalkınma yardımları 85 Milyon ABD doları iken bu rakam 2017 yılında 8 milyar 120 milyon ABD dolarına yükselmiştir. Aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti dünyada en fazla insani yardım yapan ülkedir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kalkınma yardımları çerçevesinde yürüttüğü dış politikalarda TİKA öncül bir kurum olarak yerini almış bulunuyor.
Türkiye dış politikada açık diplomasi faaliyetleri yürütmekte ve bu TİKA’nın amaçları arasında yer almaktadır. TİKA’nın bu kapsamda ‘amaç’ statüsünde yürüttüğü faaliyetler arasındaki bağlantıyı daha açık kılmak gerekirse: “Türkiye’nin barışçıl amaçlarla uyguladığı açık diplomasi yöntemini, bölgesinde uygulayarak bölgesel barışa ve dünya barışına, ticari-ekonomik işbirliğiyle kalkınma süreçlerine, kültürel işbirliği ve etkileşimle medeniyet inşasına katkı sağlayarak uygulamaktadır.”
TİKA, 60 ülkedeki 62 Program Koordinasyon Ofisleriyle bulunduğu ülkelerle beraber 5 kıtada 170’e yakın ülkede kalkınma merkezli işbirliği çalışmaları yapmaktadır. Ülkemiz TİKA aracılığı ile Pasifik’ten Orta Asya’ya, Ortadoğu ve Afrika’dan Balkanlar’a, Kafkasya’dan Latin Amerika’ya kadar birçok ülke ile bilgi ve tecrübesini paylaşıyor.
TİKA’nın faaliyet alanı kurulduğu ilk günden bugüne, Türkiye’nin dış politika gereksinimleri çerçevesinde revize edilip işlevselliğini koruması amaçlanmaktadır. TİKA, Türkiye’nin kamu diplomasisi faaliyetlerini yürüten önemli bir kurum olmanın yanı sıra Türkiye’nin yumuşak gücünü temsil eden başta gelen kurumlardandır. Eğitimden insanî yardıma, barış inşasından işbirliğine, kültürel işbirliğinden meslek edindirmeye kadar birçok farklı konunun TİKA’nın faaliyet alanı içeriğinde yer alması, TİKA’nın çok geniş faaliyet ve hareket alanına sahip olduğunu göstermektedir.
TİKA, 21 Mart 2020’den bu yana genel karantina uygulaması altında olan Tunus’un Kasserine ve Gafsa illerindeki ihtiyaç sahibi 700 aileye gıda yardımı ulaştırdı.
Eğitim projeleri kapsamında özellikle uzmanlık eğitimlerinin verilmesi, önemli bir yere sahiptir. Örneğin, sadece 2013 yılı içerisinde Azerbaycan’da 134, Kazakistan’da 50, Özbekistan’da ise 22 doktora özel eğitim TİKA aracılığıyla verilmişti.
Yine 2016 yılı içerisinde Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı (TİKA) ile Yeryüzü Doktorları Derneği (YYD) işbirliğinde Uganda’nın Başkenti Kampala’da bulunan Uganda İslam Üniversitesi’nin yeni açılacak göz departmanına Azerbaycanlı ve Türkiyeli doktorlar tarafından uygulamalı göz katarakt ameliyatı eğitim programı düzenlenmişti.
SARS-CoV-2/COVID-19 pandemisi sürecinde TİKA eliyle Türkiye Cumhuriyeti Kuzey Makedonya’ya tıbbi malzemenin yanı sıra ülkede yaşayan Roman vatandaşlar için de 3.500 gıda kolisi gönderdi. Kuzey Makedonya Devlet Bakanı Muzafer Bayram ise yaptığı açıklamada süreç içerisinde “Sadece Türkiye‘den yardım geldi” demişti.
SARS-CoV-2/COVID-19 pandemisi sürecinde ise yine Türkiye Cumhuriyeti’nin dış politika stratejileri ile paralel olarak faaliyetlerine devam ediyor. Bu bağlamda Balkan ülkesi olan ve tarihî münasebetimizin olduğu Sırbistan’da 250 aileye gıda ve temizlik malzemelerinden oluşan yardım paketleri TİKA koordinasyonunda dağıtıldı. Yine bu süreçte Türkiye Cumhuriyeti’nin Afrika açılımını devam ettirdiği ve kıta ülkesi Uganda‘da TİKA tarafından hazırlanan 1.000 adet gıda paketinin söz konusu salgın ile küresel mücadele kapsamında Uganda COVID-19 ile Mücadele Görev Gücü’ne teslim edildiği kayda geçti. Bu örnekleri çoğaltabiliriz ancak, bunu bir sonraki çalışmada detaylı olarak ele alacağımızdan ötürü burada bırakmak yerinde olacaktır.
Değerlendirme
Uluslararası ilişkilerde hukuk kuralları bağlamında merkezi bir otorite ve etkin bir denetim mekanizması günümüzde mevcut değildir. Peki mümkün müdür? Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin yapısal bir sorun hâline gelmeye başladığı bugünlerde mümkün olmasa da idealizm çerçevesinde bu durum artık ihtiyaç teşkil eder bir hâl alıyor. Böylesine bir ortamda ülkelerin temelde var olmak için verdiği mücadelede hemfikiriz ki güç vazgeçilmezdir. Gücün farklı şekillerde tanımlandığını, tezahür edebildiğini, yorumlandığını gördük. Beka sorununun mevcut olmadığı bir ortamda ise devletlerin ‘davranışları istenilen yönde etkileme’ arzusu içinde olduğunu ifade ettik. Tam da bu amaca yönelik olarak güç unsurunu farklı boyutlarda masada,sahada kullanabiliyoruz. Önemli olanın ise bu güç boyutlarını entegre; bir bütün gibi kullanabilmek olduğunu ifade ettik.
Gücün bir boyutu olan yumuşak gücün ise günümüzde ve gelecekte ülke diplomasi faaliyetleri için vazgeçilemez bir unsur teşkil ettiğine de bu noktada hemen hemen hemfikiriz. Türkiye özelinde bu noktada değerlendirmede bulunacak olursak; bölgesel ve uluslararası düzeyde faaliyet göstermek, gelişmekte olan ülkelere teknik yardım desteği sağlamak ve uluslararası yardım kuruluşları ile ortak proje ve faaliyetlerde bulunmak Türk dış politikasının aktif ve dinamik seçeneklerle uluslararası arenada var olmasını sağlamaktadır. Tüm bahsi geçen eylem ve stratejiler yumuşak gücü temsil etmektedir.
Günceli irdelediğimiz patlak veren SARS-CoV-2/COVID-19 pandemisi ülkelere ‘yumuşak güç’ politikalarını uygulamada çok önemli bir kapı açmıştır. Dünya genelinde Çin’in bu pandemi sürecini erkenden atlatan ülke olarak avantajlı olduğu ifade edilmişti. Maske diplomasisi, COVID-19 diplomasisi vb. olarak ifade edilen ve farklı isimlerle adlandırılmaya devam eden süreçte Çin başarılı bir politika yürütemiyor ancak kapsama alanı itibariyle ‘küresel’ bir politika yürütme yolunda faaliyetlerde bulunuyor.
Türkiye Cumhuriyeti devletinin ise dış politika aracı olmaktan öte bir vazife ve gelenek edindiği insanî yardım faaliyetleri bu bağlamda SARS-CoV-2/COVID-19 pandemisi ile de kendini bir kez daha göstermiş oldu. Salgının baş gösterdiği ilk günden bugüne çok sayıda ülke Türkiye’den sağlık malzemesi yardımı isteğinde bulunmuşken Türkiye bu yardım isteklerinin önemli bir kısmına, Nisan ayı sonu itibariyle, 55 ülke olmak üzere sağlık malzemesi yardımında bulunmuştur. Yardımların içeriği ve kapsamı ele alındığında içerik olarak Çin’den daha başarılı, kapsamı ele alındığında ise ülke dış politika hedefleri ile paralel başarıyla ilerlediği görülmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti devletinin SARS-CoV-2/COVID-19 pandemisi süresince Türk Silahlı Kuvvetleri eli ile yürüttüğü faaliyetlere ilişkin ve Çin’i neden başarısız atfettiğimiz ile ilgili detaylara bir sonraki yazımızda bakacağız, o yüzden şimdilik bu kadar diyelim. Sağlıklı günler bizimle olsun…
Yazının Orijinal yayımı için tıklayınız: https://www.defenceturk.net/uluslararasi-iliskilerde-guc-ve-yumusak-guc-boyutu
Kaynakça
1- Bülent Şener, Dış Politikada Yumuşak Güç Olgusu
2- Engin Akçay, Bir Dış Politika Enstrümanı Olarak Türk Dış Yardımları
3- Faruk Sönmezoğlu, Uluslararası Politika ve Dış Politika Analizi
4- Joseph S. Nye, Dünya Siyasetinde Başarının Yolu Yumuşak Güç & Amerikan Gücünün Paradoksu, Dünyanın Tek Süper Gücü Neden Tek Başına Davranamaz
5- Sadık Rıdvan Karluk, Uluslararası Ekonomik, Mali ve Siyasal Kuruluşlar
6- SETA “Akıllı Güç”
7- Soner Karagül, Türkiye’nin Balkanlardaki Yumuşak Güç Perspektifi: Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı
8- Tayyar Arı, Uluslararası İlişkiler ve Dış Politika
9- TİKA