AYASOFYA’NIN KİMLİK BUNALIMI

Yıllardır ve bilhassa birkaç aydır gündemimizde olan Ayasofya’nın cami, müze veya kilise sıfatlarından hangisiyle nitelendirilmesi gerektiği tartışılmaktadır. Hatta 2 Temmuz tarihinde camiye çevrilmesi hakkındaki dava Danıştay’ın 10. Dairesi tarafından görülmüştür. Bu çalışmada Ayasofya’nın cami olup olmaması konusunu mülkiyet kavramı ve vakıflar hukuku çerçevesinde ele almaya çalışacağız.

TARİHÇE

Doğrudan konuya girmeden önce gerek Ayasofya’nın gerekse de İstanbul’un tarihine değinmekte fayda var. Ayasofya Doğu Roma İmparatorluğu’nun İstanbul’da yapmış olduğu en büyük kilise olup aynı yerde üç kez inşa edilmiştir. Birinci kilise, İmparator Konstantios (337-361) tarafından 360 yılında yapılmıştır. Günümüzde ilk kiliseye ait herhangi bir kalıntı bulunmamaktadır. İkinci Kilise, İmparator II. Theodosios (408-450) tarafından 415 yılında yeniden inşa ettirilmiştir. Daha sonra kilise İmparator Justinianos’un (527–565) 5. saltanat yılında, tarihte “Nika İsyanı” olarak bilinen büyük halk ayaklanması sırasında 13 Ocak 532 yılında yıkılmıştır. Günümüz Ayasofya’sı ise yine İmparator Justinianos (527-565) tarafından yaptırılmış ve  tarihçi Prokopios’un aktardığına göre 5 yıl gibi kısa bir sürede tamamlanmıştır. IV. Haçlı seferi sırasında İstanbul Latinler tarafından 57 sene işgal altında kalmış bu süre zarfında hem kent hem de Ayasofya yağmalanmıştır. 1261 yılında Doğu Roma, şehri tekrar ele geçirdiğinde Ayasofya’nın oldukça harap durumda olduğu bilinmektedir. Fatih Sultan Mehmed’in 1453 yılında İstanbul’u fethetmesiyle Ayasofya camiye çevrilmiş ve yapı güçlendirilerek mektep, hamam, fırın, aşevi, kütüphane gibi önemli eklemeler yapılmıştır. Medresesi çok itibarlı olan Ayasofya’da Ali Kuşçu, Molla Hüsrev gibi hocalar da ders vermiştir.

Ayasofya’nın içi / Fotoğraf: Altay Özcan.

İNCELEME

Yukarıdaki tarihi bilgilerden sonra bazı kavramlarında irdelenmesi yerinde olacaktır. İlk olarak kılıç hakkı kavramının ne olduğu belirtilmelidir. İslam orduları kuşattıkları beldeye önce sulh teklif eder. Sulhe yanaşılması ve beldenin teslim edilmesiyle her şey eskisi gibi kalır, kimsenin hayatında değişiklik olmaz. Buna karşılık direnilmesi, askerlerin şehit edilmesi halinde bunun bir bedeli olarak ilgili yerin en büyük kilisesi camiye çevrilir. İşte bu duruma kılıç hakkı denir. Nitekim Yunanistan’da başta olmak üzere birçok devlet de aynı şeyi yapmıştır.

Mülkiyet ve vakıf kavramlarına bakıldığında ise mülkiyet, bir kimsenin taşınır veya taşınmaz mal ya da bir hak üzerindeki kullanma, yararlanma ve tasarruf etme iradesidir. Öyle ki mülkiyet hakkı gerek uluslarası andlaşmalarla gerekse iç hukukta anayasal normlarla güvenceye alınmıştır. Malik olunan şeyin özüne zarar verilmeksizin taşınabilmesine göre mülkiyet, taşınır ve taşınmaz mülkiyeti olarak ayrılır ve taşınmazların mülkiyetinin veya onlar üzerinde bir hak kazanılması için tapu siciline tescil gerekir.

Vakıf ise kişinin malının ya da mülkünün bir kısmını veya tamamını belli bir gaye için kendi hür iradesiyle mülkiyetinden çıkarıp; alınıp satılmaktan alıkoyması ve gelirini belli şartlar dahilinde bu gayeye harcanmak üzere ebedi olarak tahsis etmesidir. Vakıflar hukukunda vakfeden kurmuş olduğu vakıfta vakfın gayesini gerçekleştirmek üzere bazı hususları şart koşabilir. Örn/ gelirlerin nasıl harcanacağı, malın hangi amaçla kullanılacağı…vs bu şartların yazılı olduğu belgeye ise “vakıfname” veya “vakfiye” denir. Vakfedenin koymuş olduğu bu şartlar oldukça önemlidir. Öyle ki eski vakıflar hukukundan bu yana “Şart-ı vâkıf, nass-ı şâri gibidir.[1]” ilkesi geçerliliğini korumuştur.

Yine vakıflar hukuku ile ilgili diğer bir kavram mazbut vakıflardır. Mazbut vakıf; doğrudan devlet adına kamu otoritesi tarafından idare edilen vakıfları ifade eder. 5737 sayılı vakıflar kanunun 3. maddesinde bu husus zikredilmiştir.

Tekrar tarihe döndüğümüzde Fatih Sultan Mehmed’in kılıç hakkı olarak camiye çevirdiği Ayasofya bir vakıftır. Mülkiyeti, mazbut Fatih Sultan Mehmet Vakfına; yönetim ve temsili 5737 sayılı vakıflar kanunu uyarınca Vakıflar Genel Müdürlüğüne aittir. Bununla beraber Tapu ve Kadastro genel müdürlüğünde Ayasofya ile ilgili Fatih Sultan Mehmed’e ait bir vakfiye bulunduğu ve vakfiyede Ayasofyanın bir cami olduğu belirtilmiştir. Buna rağmen 24 Kasım 1934 tarihli Bakanlar Kurulu Kararnamesiyle Ayasofya camii, müzeye çevrilmiştir. Garip olan bu kararnamenin resmi gazetede yayımlanmaması ve bir sıra numarası verilmemiş olmasıdır.

SONUÇ

Netice itibariyle bakıldığında cami olarak tescilli olan Ayasofya’nın müze olarak kullanılması mülkiyet hakkını kısıtlayıcı niteliktedir. Mevcut kullanım adeta taşınmazın mülkiyetinin dışında bir hak tanımlanmaktadır halbuki yukarıda da ifade edildiği üzere bu tür bir hakkın kazanımı için tapuya tescil gerekir. Bunun yanında vakfedenin vakfiyesine de aykırı bir kullanım söz konusudur. Zira vakıflar kanunun 16. maddesi hayrat taşınmazlarda vakfiye dışı kullanımı tamamen yasaklamaktadır. Hukukun temel ilkelerinden yeni tarihli kanunun uygulanması göz önünde bulundurulduğunda olayda uygulanacak olan kanun 1934 tarihli BKK değil 2008 tarihli Vakıflar Kanunu 16. maddedir.

Son olarak artık İslam hukukunun geçerli olmadığı dolayısıyla kılıç hakkı gibi kavramların ortadan kalktığını ileri sürmek temel hukuk prensiplerinden kazanılmış haklara aykırılık teşkil edecektir. Bu sebeple tüm bunlar, Ayasofya’nın cami olarak kullanımını zorunlu, hukuki ve yasal kılmaktadır.


Ayasofya Camii’nin Diyanet İşleri Başkanlığına devredilerek ibadete açılmasına yönelik 10.07.2020 tarihli, 2729 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararı.

KAYNAKÇA

AKMAN, Ahmet, “Eski Vakıflar Hukuku ve İdaresi”, Adalet Yayınevi, 1.bası, 2019

ÇORUHLU, Yakup Emre/ DEMİR, Osman/ YILDIZ, Okan, “Ayasofya Bilmecesi: Kilise, Cami, Müze, Hangisi?”, Türkiye Adalet Akademisi Dergisi, sayı.27, y.7, 2016

İKİNCİ, Abdullah “Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Ayasofya”, (ERZURUM; Atatürk Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi), 2014

http://ayasofyamuzesi.gov.tr/tr/content/tarih%C3%A7e, 30.06.2020

https://www.vgm.gov.tr/vakiflarimiz/vakiflarimiz/mazbut-vakiflar 01.07.20

MEVZUAT

Resmi Gazete, (2008) “Vakıflar Kanunu (26800)

Resmi Gazete, (2001) “Türk Medeni Kanunu (24607)

Resmi Gazete, (1983a) “Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu (18113)


[1] Yani vakfedenin koyduğu şartlar, âyet ve hadisler gibi başka bir deyişle kanun koyucu gibi geçerlidir.

Share this article
Shareable URL
Prev Post

BİLİM MERKEZLERİNİN HUKUKİ BOYUTU

Next Post

ADLİ PSİKOLOJİ VE PSİKOLOJİK OTOPSİ

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Read next