SOSYOLOJİ ASLINDA NE? -1-

Sosyoloji denilince akla genelde basit bir karşılık olan toplum bilimi kavramı gelir. Bu oldukça doğaldır ancak sosyolojiyi toplum bilimi kısaltmasına indirgemek kesinlikle bir kalıba sokmaktır. Yaşadığınız hayatın, ilgilendiğiniz alanların okuduğunuz bir kitabın kendine ait bir sosyolojisi olabileceği gibi bilimsel fakat halk ağzında bir psikoloji kadar değeri olmayan sosyolojiye kısa ve doğru bir gezinti yapmak gereklidir.

İbn-i Haldun.

Sosyolojinin atası İbn-i Haldun’dur. Kuzey Afrika’da dünyaya gelen Haldun eğitimli bir ailenin çocuğu olarak yaşantısı boyunca Tunus, Fas, İspanya ve Cezayir’de çeşitli hükümdarlara elçi, saray nazırlığı ve araştırmacılar kurulu üyesi olarak hizmet etmiştir. Toplumun bilimsel olarak incelenmesine, ampirik araştırmaya ve toplumsal fenomenlerin nedenini aramaya bağlı kalmıştır. İlkel ve modern toplumlar arasında incelemeler yapmıştır. Yazmış olduğu Mukaddime adlı eserinde yaşadığı coğrafyadaki bunalımların, bozulmaların, yozlaşma ve çürümelerinin çoğaldığı 14. Yüzyıl Ortadoğu ve Kuzey Afrikası’nı anlatmıştır. (Ritzer & Stepnisky, 2017) Toplumsal ve tarihsel olaylara yön veren esasları tespit etmek beşeri vakalar arasında ortak olan yasaları tayin etmeye devletlerin ve uygarlıkların kuruluşundan yıkılmasına kadar olan süreçlerdeki etkileri keşfetmeye çalışmıştır. İbn-i Haldun Umran biliminin inşacısıdır. Sosyal hayat ve olayların bütünün ele alan yeni ve bağımsız bir bilimdir. Mukaddime buna takiben yeni oluşan Umran biliminin konusunu ve metodolojisini ifade etmektedir. Tarih biliminin kıstası içinde kendini değerlendiren ve bu bağlamda çözümlenen bir bilim kimliğine sahiptir. Umran biliminin araştırma nesnesi insandır. İnsanın içinde yaşadığı toplumu ve insanın yapıp ettiği her şeyi temel almaktadır. İbn-i Haldun uygarlıkların ve toplumsal yapının üzerinde coğrafi etkilerin olduğunu sıklıkla vurgulamaktadır. Su ile uygarlık arasında ilişki kurmuş ve suyun önemli olduğuna değinmiştir. İklimin bireylerin kişiliğini etkilediğini ve bu bağlamda ibadet şekillerine dolayısıyla dine de etki ettiğini dile getirmiştir.  Onun için şeriat ve peygamberlik toplumsal hayatın umranın varolması için zorunlu şeyler değildir. (Arslan, 2019) Sadece ve sadece tarihte ve Umranda ortaya çıkmaları mümkün olan ve fiili olarak ortaya çıkmış olan şeylerdir demektedir. O dini Umran içinde ortaya çıkan toplumsal bir olay olarak ve bütün bir umranın din tarafından belirlendiği iki şekilde incelemektedir. İlk yaklaşımında dinin devletin gelişmesindeki diğer faktörler olarak görürken ikinci yaklaşımında din devletin ve onun bağlı olduğu tüm kurumları şekillendiren bir faktördür. Din insanlara peygamberler aracılığıyla gelir ve yayılır. Dinin güçlü bir bağ içinde inanç esaslarına dayanıp destekçileri olduğu vakit meşruluğunu ilan etmiş olur. Bu durumda peygamberler dini yaymada İbn-i Haldun’a göre asabiyet kavramını kullanırlar. Asabiyet genel anlamda toplumdaki dayanışmadır. Bir devletin kurulması için bu yeterlidir. Din ancak asabiyeye katkı sağlamaktadır. Sosyal hayatı 2 şekilde ele alan İbn-i Haldun Bedevilik ve Hazerilikteki ayrımın asabiyet anlayışıyla ortaya çıkan geçim tarzları olduğunu söylemektedir. Durkheim’ın Organik ve Mekanik dayanışmayla oluşan toplum tanımlamasına yakın bir anlayış olduğu da ortadadır. Bedevilik kırsal hayatı anlatırken Hazerilik ise yerleşik ve şehir hayatının modernlik yansıması olarak karşımıza çıkmaktadır. Farklı toplum tiplerine ve yaşayışlarına karşı yaptığı araştırmalar günümüz sosyolojisinde varlığını sürdürmektedir. Farklı sosyoloji geleneklerinin ciddi bir şekilde İbn-i Haldun’un sosyolojisine temayül etmiş olması onun önemli bir şahsiyet ve sosyolog olduğunu göstermektedir. (Arslan, 2019)

Émile Durkheim

Sosyoloji bilimsel literatüre şu an ait olduğu ismiyle değil Auguste Comte’un pozitif bilimler içinde kendini gösterebilmesi ve bundan dolayı toplumun genel geçer yasalara dayandırılarak diğer doğa bilimleri gibi olması adına “Sosyal Fizik” denmiştir. Comte’un anladığı pozitivizmde toplumsal hayatın değişmez kanunları bu hayat hakkında yapılacak araştırmalar ve üretilecek kuramlarla elde edilmektedir. Bunları araştırmanın gerekli olduğunun altını çizerken araştırma verilerini kurduğu teoriye nam ederek verileri ikincil derecede önemli konumda muhafaza etmektedir. Durkheim yazmış olduğu Sosyolojik Yöntemin Kurallarında Comte’u araştırma yapmadan teorisini kurup sonra ona göre her şeyi seçmekle eleştirmektedir. Haksız bir eleştiri değildir. Çünkü Comte sosyoloji için üç aşama belirlerken teorisiz gözlem olamayacağını söyler ve gözlem yaptıktan sonra elde edilen sonuçların kanunlar şeklinde ifadesini görmektedir. Deneyin sosyal dünyada imkansız olduğunu savunurken genel toplumsal kanunlara ulaşma konusunda somut ve soyut ayrımında tek tek somut kanunların soyut olan teoriden çıkarılma kurallara dayandırılması gerektiğini söylemektedir. (Ritzer & Stepnisky, 2017)Pozitivizmi iki anlamda ele alan Comte ilkini değişmez kanunların bulunmasına adanan bir yol olarak, ikincisini ise Menficilik karşıtı olarak tanımlar. Menficilik Fransız İhtilaliyle ortaya çıkan ahlaki ve siyasi karmaşadır. Yapmış olduğu pozitivist felsefenin tüm bu karmaşayı dengeleyeceğini ifade eden Comte karmaşanın sebebini tarihi seyirin üç aşamasının tek bir zaman diliminde ortaya çıkmasıdır. Teolojik, metafizik ve pozitivist aşamaların aynı anda yaşandığı yerde tek bir galibin olması gerekiyordu. Kaldı ki ona göre bilimin en mükemmel yolu pozitivizmle sağlanacak ve bilimlerin kraliçesi Sosyal Fizik ile insanlık dengeye kavuşacaktı. Ancak tüm bu mükemmelliklerin arasında birey nefsinin aşağılık tahakkümü altında acınası bir varlıktır. Tüm sosyal olayların sebebi de bencilliğin üstüne diğerkamlığın hakim kılınması problematiğidir. Kolektif bir toplumsal yapıda ailenin önemini vurgulayan Comte’un bu konuda farklı fikirleri vardır. Pozitivist toplumun kurulmasında ve toplumun iyileştirilmesinin temel dayanağı ailedir bunun içindeki en önemli faktör ise dindir. İki temel işlevi olduğunu varsayan Comte bencilliğin yıkılarak yerini fedakarlığa bırakacağını ve ikinci olarak da toplumsal yapıların oluşmasını sağlayacak görüşüdür. Bu görüşüyle İbn-i Haldun’un dine bakış açısındaki dinin devletin kurulmasındaki başrolüne vurgu yaptığı söylenebilir. Comte sosyolojiyi kolektif olguların incelenmesi olarak ifade ederek makro boyutlarda tanımlamalar yapmıştır. Bu Durkheim’da sosyal olguların incelenmesi olarak ifade edilir ve de yapısal fonksiyonel ekolün gelişimine katkıda bulunmuştur. Durkheim’a göre toplum sezgisel anlayışı aşan ve gözlem ve ölçme ile araştırılması gereken toplumsal olgulardan oluşur. Bu fikirler sosyolojinin ana merkezinde büyük bir alan kapladığı için Durkheim “Modern Sosyolojinin Babası” olarak görülmektedir. Onun öncelikli amacı sosyolojiyi bir disiplin haline getirmektedir. Onun nazarında Comte ve Spencer bilimsellikten uzak felsefi ve soyut kuramlaştırmaya işi yürütmeye kalkmışlardır. Durkheim’a göre onlar(Comte ve Spencer) gerçek dünyayı fiilen incelemek yerine toplumsal fenomenlerle ilgili önceden belirlenen fikirler doğrultusunda hareket etmelerinden dolayı eleştiri yağmuruna tuttu. Kuramsal dünyayı mükemmeliyete ulaştırmaya çabalayan Comte’u; toplumda uyumun varolup olmadığını araştırmak yerine uyumu varsayan Spencer’a ateş püskürdü. Sosyolojinin bu denli varsayım ve felsefeyle çevrilmesinden onu kurtarmak için belirgin ve bağımsız bir kimlik oluşturma çabasıyla toplumsal olguları incelemeye koyuldu. Ona göre bunlar eyleyenlerin dışında olan ve onları zorlayıcı toplumsal yapılar, kültürel norm ve değerlerdir. Bu olgulara şeylermiş gibi yaklaşılmasını esas koşan Durkheim zihnin dışında deney ve gözlem aracılığıyla veri toplamayı gerekli kılmıştır. Olgular bireye indirgenemez ve kendi gerçeklikleri olan Latince “Sui Generis” ile ifade etmektedir. Maddi ve maddi olmayan toplumsal olgular ayrımıyla bu ikisinin ampirik olarak incelenebilir şeyler olduğunun altını çizmiştir. Durkheim denince akla Toplumsal İşbölümü gelmektedir. Bunun sebebi toplumun yapısal analizlerinde iki farklı dayanışma tipleri ve buna bağlı oluşan kurumlar ve kurumların içinde fonksiyonelliğe vurgu yapmaktadır. (Taş, 2020) Asıl olarak yapısal fonksiyonalizm alanında kendini gösteren Durkheim organik ve mekanik dayanışma arasındaki farkı İbn-i Haldun’nun “Bedevi ve Hazeri” toplum tipleri oluşumuna oldukça yakındır. Organik dayanışmanın egemen olduğu günümüz modernite sarmalında konumlandırışıyla işbölümünün yükselişinin çatışmayı değil toplumların birbirinin tamamlamasını sağlayan bir vesile olarak görmektedir. İş bölümünün dağılışlarında fark yaşanmasıyla ahlaki dayanışmanın farklılaştığına değinen Durkheim patoloji ve anormal olaylar arasında farka değinmiş patolojinin normal kabul edilebileceğini anormalin ise intihar çeşitleri olarak karşımıza çıkacağını belirtmiştir. (Durkheim)

Marx ve Weber

Pozitivizm bu kadar popülerken bu duruma isyan ederek tarihe damgasını vuran ve bir devrimin gerçekleştirilmesine vesile olan asıl olarak bir ekonomist kimliği bulunan Marx’tan bahsetmeden olmaz. Marx’ı anlamaya çalışırken dikkat edilecek birtakım hususlar vardır. Kitaplarının bile yazılı tarihi sırayla okunması gerekir zira son eserini okumaya başladıysanız ki bu Kapital’dir öncekileri onun içinde eriterek okumuş oluruz. Komünist Manifesto’dan başladığımızda ise düşüncenin seyrinin gelişim aşamalarını görebiliriz. Marx sanayileşmeyle ortaya çıkan yeni bir dünyadan bahsetmektedir.(Marx)Geçmişteki kırsal hayata benzemeyen sınai kuruluşları içerisinde işçi konumunda hayat mücadelesi veren çalışma koşullarının ağır olduğu bir dünyayı ele alır. Reformist bir tutumu yoktur. Sistemin kendi kaynaklarında kademe kademe iyileşmesini değil de radikal bir devrimle yepyeni sınai bir toplumun oluşmasıyla kurgulamaktadır. Sosyalist bir toplumu işaret eden bu söylemiyle Marx alsa sosyalizmin nihai temsilcisi olarak görülmemesi gerekir. Sosyalist temelli düşüncüler Saint Simon’da izlerini taşımaktadır. Zihin özgürleşmedikçe insan özgürleşemez düşüncesini savunan Marx felsefeden önce insanların varlıklarını sürdürmeleri mümkün kılacak ihtiyaçların nasıl ve ne oranda gidebildikleri meselesiyle ilgilenmiştir. Sosyal hayatı ve insanın hayattaki konumunun anlamının en iyi yolunun temel ihtiyaçlarını giderme sürecine bakılması gerektiğini savunmaktadır. Bu anlayışa ise tanıdık gelen ancak hepinizin anlamını daha bilmediği Materyalist Tarih Kuramı denmektedir. İnsanın biyolojisiyle varlığını sürdürebilmesinin şartlarını dikkate alınarak toplumsal ilişkilerin incelendiği bir süreçtir. Birincil ögesi toplumdaki her şeyin üretim ilişkileri mahiyetinden hareketle okuma yönündedir. Yöneten ve yönetilen üzerinden bir anlayışın hakim olduğu Marksizm’de tahakküm kuran ve kendi düşüncesini empoze eden yönetici sınıf yönetilen sınıfta yanlış bilinci oluşturur. İşçiler bu bilinçten kurtulup kolektif manada birlik sağlandığı takdirde bir devrimden söz edilebilirdi. Nitekim bir devrim gerçekleşti ancak bu tahmin edilen sanayinin başkenti İngiltere yerine Rus Çarlığı’nda patlak verince Neomarksistlerin Marksizm’in asıl temellerini sorgulamaya itmiştir. Marx çağdaşlarının aksine daha zıt gibi görünmesinin nedeni düşüncelerinin içinde bireyi sadece üretim içinde görüp onun sosyal bir varlık olduğuna dair bir düşünce geliştirmiş olmasıdır. Öte yandan Weber tarihsel sosyoloji yaparken birey ve bireyin davranışlarının tarihi şekillendiren ve bu sayede toplumsal ilişkilerin sadece üretimde yer alan birey kimliğiyle oluşumuna değil çoklu nedensellik ve anlamın önemi üzerinde durmuştur. Birçok kuram ve sosyoloğu etkisi altına alan Weber Alman felsefe geleneğinde ağır basan tinselci bir bilim anlayışına bağlıysa da, bilimin genelleştirici/açıklayıcı bir etkinlik olmasını talep eden pozitivist bilim anlayışının da etkisindedir. (Özlem, 2017) Tarihçi, Hukukçu, Siyesetçi ve Dinbilimci  sıfatları olan Sosyolog Max Weber Bürokrasi ve otorite kavramlarına açıklık getirmiş hatta düşünceleri Batı Marksistleri’nin temel düşünce dayanğını oluşturmuş ve  Kültür Endüstrisi kavramındaki ışıktır.  Weber Karizmatik, Geleneksel ve Rasyonel otoritelerin toplumların isteği ve gereğine göre ortaya çıktıkları belirtmiştir. Rasyonelleşme kavramıyla ifade etmek istediği kısaca toplumsal yaşamın saf pragmatik ve kurallar açısından nedensellik atfetme soyut olduğu kadar somut hareketliliği de kapsayan bir durumdur. Weber bu düşüncesiyle rasyonelliğin kölesi duruma gelen insanın gittikçe nesneleştiğine vurgu yapsa da birey onun için temeldir ve toplumsal yapı da sosyal olarak incelenmesi gerekir. Bunu kurumlar aracılığıyla yapsa da kendinden sonraki kuşakta yer alan sosyologlar -Frankfurt okulu gibi- bireyi asli olarak incelemeye tabi tutmuşlardır. (Ritzer & Stepnisky, 2017)

Sosyolojinin başat modelleri olan Durkheim, Marx ve Weber oluşturdukları kült kuramlar ve elde ettikleri kavramlarla sosyal hayata dair farklı bakış açıları getirmiş ve devamında gelen tüm sosyologları etkileri altına almışlardır. Sosyolojinin mihenk taşı olmuşlar ve ilmek ilmek örerek yaptıkları metotlarıyla gelecek toplumsal dünyaya ışık geçmişe ise köprü olmuşlardır. 

Bir bilim dalı olarak sosyoloji 2 sene uzaktan eğitimle okunulacak bir bölüm olmadığı gibi Lisans eğitimi sosyoloji olan bir öğrencinin açıköğretim öğrencisinden farkı şudur: Metot ve yöntemler aracılığıyla sosyoloji sosyoloji yapan temel direkleri bilmesi ve “Bilimsel Araştırma” yapabilecek yetkinliğinin olmasıdır. Bir sosyolog belki eğitim hayatında ezbere tabi tutulabilir ancak mühim olan sahaya indiği zaman bilgileri nerede ve nasıl kullanacağını bilmesidir. Toplumu bilmek ve tanımak emek ister. Toplumun sosyal yapısı bilinmeden bireyin ne kişiseli ne de sorunları anlaşılabilir.  Tek bir kavramla bütünü özetleyemeyeceğiniz gibi tek bir sosyologla da bütün bir sosyoloji bilimini anlatılamamaktadır.

Arslan, P. (2019). İbn-i Haldun. İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.

Durkheim, E. (tarih yok). Toplumsal İşbölümü. Cem Yayınevi .

Marx, K. (tarih yok). Kapital. (M. Selik, Çev.) Yordam Kitapevi.

Özlem, D. (2017). Max Weber’de Bilim ve Sosyoloji. Notos Kitap Yayıncılık.

Ritzer, G., & Stepnisky, J. (2017). Sosyoloji Kuramları. (H. Hülür, Çev.) Ankara: De Ki Basım Yayım.

Taş, S. (2020). EMILE DURKHEIM’IN SOSYOLOJİK ANLAYIŞINDA TOPLUMSAL İŞ BÖLÜMÜ, SOSYOLOJİK YÖNTEMİN KURALLARI, DİN, ANOMİ VE İNTİHAR. Motif Akademi Halkbilimi Dergisi, 13(29), 442-449. doi:10.12981/mahder.679079

Share this article
Shareable URL
Prev Post

TÜRK BİRLİĞİNİN BÖLGESEL REFAHA ETKİLERİ VE ALPARSLAN TÜRKEŞ

Next Post

SOSYOLOJİ ASLINDA NE? -2-

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Read next

KATALONYA KRİZİ

Günümüzde farklı dil ve kültürlere sahip bölgesel toplulukların çıkarları ve sosyal kimlik arayışı, merkezi…