Aristoteles insanı politik bir hayvan olarak tanımlar. Onun bakış açısından insanlar konuşma gibi eşsiz bir kabiliyete sahiptirler. İnsan aynı zamanda Aristoteles için potansiyeline ulaşmamıştır ve tam potansiyeline erişebilmesi için 3 niteliğe ihtiyacı vardır. Bunlar: Konuşma, karar verme ve bu ikisinin birleşiminden doğan düşüncelerini ve kararını eyleme dökmektir (praxis). Aristoteles fikirlerini o zamanın var olan devletleri üzerinden kıyaslamış ve insanların özgürce konuşamadığı ortamlarda tam potansiyellerine erişemediği çıkarımını yapmıştır [1].
Belki de Aristoteles kadar eski bir başka tartışma konusu da ifade özgürlüğü ve onun sınırlarıdır. Bugün de çok sert tartışmalarının odağında olan bu konu bu zamana kadar birçok farklı görüş ve isim tarafından incelenmiştir. Burada yapmak istediğimiz şey bu konuda daha önce ortaya konmuş görüşlerin tekrarından çok ifade özgürlüğünü kısıtlayabilme gücünün amaç ve araçlarının iddia edildiği gibi var olan ifade özgürlüğünün koruyucusu değil yıkıcısı olacağını hem geçmiş hem de yakın örneklerle gösterebilmektir.
Bir Fikri Yok Etmek
Bilim ile birazcık ilgilenen herkes onun en önemli özelliğinin sürekli değişime açık olmasından geldiğini bilecektir. Bilim asla bir dogma olmayacaktır çünkü bilim içerisinde her fikir bir başka fikir tarafından eleştirilebilir. Bu sayede bilim asla dogmalaşamaz. Ancak bilimin bu yenilenme süreci çok uzun zamana kadar var olan bir şey değildi keza tarihin birçok döneminde bazı fikirlerin bazı otoriteler tarafından susturulmaya ve konuşulmasının engellenmeye çalışıldığı hepimiz tarafından bilinmekte(Ortaçağ’a hâkim olan obskürantizm başlı başına bilginin herkese açık olmamasıdır). Ancak şimdi baktığımızda o fikirlerin yok olmadığını görmek bize fikirlerin kısıtlamayla ya da basit yasaklarla öldürülemeyeceğini kanıtlar nitelikte. Şayet eğer ifade özgürlüğü üzerindeki tahakküm ve cebir başarılı sonuçlar verseydi –ki ortaçağ otoritelerinin bazı metotları şu anda en insanlık dışı olarak nitelendirilen metotlardan çok daha kötüydü- şu anda belki de en temel olarak kabul ettiğimiz gerçekleri bile bilemeyecektik. Bu temel örnek bize ifade ve düşünce özgürlükleri üzerindeki tahakkümlerin onları bertaraf edemediğini gösteriyor. Bir fikri bertaraf etmenin tek yolu onu mantık çerçevesinde bilimsel bir akılla çürütüp yanlışlığını ispat etmektir. Bunun dışındaki her yol hak ihlallerine yol açar ve belki de en önemli hakkımız olan düşünme ve ifade özgürlüğünün kaybı totalitarizme giden yolun ilk olmasa da en önemli basamağıdır. Şu bir gerçektir ki tiranlar ve totaliter yöneticiler güçlerini eleştirilememekten alır ve bu durumu en iyi ifade eden söz Uganda’nın eski lideri İdi Amin’e addedilen sözdür: “İfade özgürlüğü var ama ifadeden sonra olacakları garanti edemem.”[12]
Dogmalar Nasıl Doğar
Moliere’in en büyük eserlerinden biri olan Hastalık Hastası’nın doktor karakteri Mösyö Diaforius oğlunu överken şöyle bir replikle över: “Onda en çok hoşuma giden şey atalarımızın fikirlerine körü körüne sarılmasıdır. Bu konuda benim yolumdan gidiyor. Çağımızın kan dolaşımı ya da bunun gibi sözde keşiflerinin altında yatan nedenleri ve bunlarla ilgili yapılan deneyleri bırakın anlamayı, dinlemek dahi istemedi” [2]. Moliere bu eseri kaleme aldığında tıp biliminin kötü bir noktada olduğu aşikâr ancak asıl dikkat etmemiz gereken nokta herhangi bir sebepten de olsa –buradaki örnekte dogmalaşmış fikir, gücünü var olan kültürden alır- bir fikre mantık dışı bir bağlanma ve karşıt fikri dinlemeye dahi tenezzül etmeme zihinlerdeki o yerleşmiş fikri artık bir fikir olmaktan çıkarır ve bir dogma haline getirir. Bir fikrin kendi yaratmış olduğu gelişimleri korumak adına yaratacağı her ifade özgürlüğü ihlali onu dogma veyahut zorbalık haline getirmez mi?

Bir kişiye ya da gruba “o şekilde düşünemezsin” gibi bir zorunluluk getirmek zannediyorum ki o grubun elinden fikir ve ifade özgürlüğünü kısıtlamanın yanı sıra onları daha örgütlü ve daha sert bir biçime sokacaktır ancak bunu ilerleyen bölümlerde inceleyeceğiz.
Özgürlük Düşmanlarına Özgürlük Yok
Bu söz Fransız Devrimi’nin önde gelen isimlerinden Saint-Just’a addedilir. Özetlemek gerekirse bu fikir demokrasimizin çok hassas temeller üzerine dayandığını ve bu temelleri kendisine temel olarak almayan fikrîlerin iktidar erkini ele geçirdiğinde yarattığımız özgürlük ortamını yok edecekleri ve kendilerine karşı oluşacak muhalefeti ya da en basit eleştirileri yok edecekleri endişesinin genel bir ifadesidir. Örnek olarak buna Naziler verilebilir keza onların birer özgürlük düşmanı oldukları aşikârdır. Ancak burada bazı soru işaretlerimiz var ve kanımızca bunlar pek de kuruntu değiller. Öncelikle:
- İfade özgürlüğünün yasaklayıcısı kim olacak? Buna devlet erki mi yoksa halk mı karar verecek. Bu karar mekanizması nasıl işleyecek?
- İfade özgürlüğünün kısıtlanması konusunda sınır nerede çizilecek?
İkinci sorunun bilhassa önemli olduğunu düşünüyoruz çünkü tehlike ve tehdit objektif değil sübjektif iki konudur peki bu noktada ortaklaşa bir karar nasıl verilebilir? Verilse dahi bu kısıtlamanın kıstası hangi temel üzerine dayanabilir? Şu anda çoğu ülkede evlenme hakkına sahip olan eşcinsel bireylerin hakları bazı ülkelerde “temel ahlakın bozulması” gibi sebeplerle alınıyor olması bile bize bu konuda evrensel bir sınırın olmadığını kanıtlar nitelikte.
Bir özgürlüğün kısıtlanması için en azından belirli düzeyde karar alma mekanizması ve alınan kararı uygulamak için belirli bir organizasyona sahip olunması şarttır. Düşünme ve ifade özgürlüğünün kısıtlanması fikrinin destekleyicilerinden biri olan Uluslararası Af Örgütü hükümetlerin kışkırtma ve nefret söylemlerini engelleme gibi bir görevi olduğuna inanmakta ve bunun için devletlerin düşünce ve ifade özgürlüğünü bazı durumlarda engelleyebileceği hakkına sahip olduğunu savunmakta [2]. Zannediyoruz ki bu sözler fikir ve ifade özgürlüğünün kısıtlanabileceği fikrinin destekçilerinin argümanlarının genel bir özeti. Yani en basit haliyle ifade özgürlüğünün kısıtlayıcısı devlet ve onun mekanizmalarından biri olacaktır ve bu hukuki hak ihlalinin sınırı nefret suçları ve kışkırtma olacaktır (Bu sözlerden daha muğlak sözler seçilemez gibi gözüküyor). Peki, bu sınır her zaman korunabilir mi yoksa devlet ya da bu hak ihlalinin yasal mekanizması bu hakkı suistimal eder mi şimdi bunu inceleyelim.
Devlet Sanata Karşı; Bir Sovyetler Bakışı
Sovyetler Birliği’nin sanata çok büyük katkıları olduğunu inkâr etmek çok büyük bir hata olacaktır ancak derinlemesine bakıldığında resim sanatının bazı türlerinin belirli bir zaman aralığında Sovyetler Birliği’nde var olmadığını görebiliriz. Sovyetler Birliği’nde sürrealist eserlere belirli seneler içinde rastlamak mümkün olmayacaktır ve bunun nedeninin o coğrafyada yaşayan tüm sanatçıların kendi hür iradeleriyle sürrealizmden uzak durduklarını düşünmek çok büyük ihtimalle bizi yanlış sonuca götürecektir.
Sovyetler Birliği çatısı altında icra edilen sanat türlerinde hâkim olan akım Sosyalist Gerçekçiliktir.Peki ya sürrealizm? Neden Sovyetler Birliği’nde sürrealist eserlere rastlayamıyoruz- en azından Lenin ve Stalin dönemlerinde- bunun sebebi Soyut gerçeküstücü ve benzeri akımların etkisindeki ressamların, halk ideallerine aykırılıkla suçlanmasıdır [3]. Devlet ve onun tüm aygıtları toplumu şekillendirmek adına sanata bir akım dikte etmiş ve bazı akımları da “halk ideallerine aykırılık” ile suçlayıp sansürlemişti. Totaliter rejimler kendi boyundurukları altında yaşayan insanları her türlü istek ve amaçtan soyutlamış bir yığın olarak görüp onu kendi istek ve arzularına göre yeniden şekillendirmek gibi çok kutsal bir amaç edindiği için bunun gibi birçok örnekle karşılaşmamız bizler için pek de şaşırtıcı olmayacaktır. Bu örnek bize devlet gibi çok güçlü organizasyonların ifade özgürlüğünü bir kez kısıtlamaya başladıklarından sonra eğer durdurulmazlarsa hep bu istikamette ilerlediklerini gösterebilecek güzel bir örnek. Ancak hepimizin bildiği üzere dünyamızda artık çok az yer tam totaliter rejimlerle yönetiliyor hele ki eğer batı medeniyetinden bahsedecek olursak zannediyorum o devletlerin demokratik devletler olduğu konusunda herhangi bir şüpheye düşmeyiz. Peki, bir demokraside böyle bir örnek olabilir mi?
Devlet Fikre Karşı; Bir Amerikan Bakışı

Soğuk Savaş, kulak aşinası olan herkesin bildiği bir zaman dilimi. Bu uzun süre boyunca devam etmiş bir dizi politik hamleler bütünü genel anlamda dünya siyasetini etkilese de bazı olaylar bu iki kutbun iç siyasetini de derinden etkilemiştir. Birçok hak ihlali “Olağanüstü Koşullar” sebebiyle devletler tarafından haklı çıkarılmaya çalışmıştır. Zaten hak ihlali listesi bir hayli kabarık olan Sovyetler Birliği’nin hak ihlalleri totaliter bir rejim olduğundan şaşırılacak(ama kabul edilecek) bir şey değil peki ya özgürlükler ülkesi Amerika? Orada da düşünce ve ifade özgürlüğüne karşı zorbaca hak ihlalleri gerçekleşti mi? Evet, gerçekleşti hem de olabilecek en yasal yoldan.
1947 yılında Amerikan Karşıtı Faaliyetleri İzleme Komitesi tarafından Hollywood’da çeşitli işler ve sanatlar icra eden kırk yedi kişi gözaltına alındı ve bunların on tanesi (Bertol Brecht’in ülkeyi terk etmesiyle on bir kişi on kişiye düşmüştür) tutuklandı. Soruşturma kapsamında bu kırk yedi kişiye en çok sorulan soru komünist olup olmamalarıydı[4]. Düşünün ki bir mahkeme size apaçık bir biçimde siyasi görüşünüzü soruyor. Böyle bir olayın en önemli ilkesi tarafsızlık olan bir mahkemede olması mümkün olabilir mi?
Bu tutuklanan on kişi tutukluluk süreleri bittiğinde kendilerine bir çeşit tecrit uygulandığını fark ettiler. Birçoğu uzun süreler boyunca iş bulamadı ve bir kısmı uydurma isimlerle herkesten gizli bir şekilde çalışabildiler.
Buradaki hak ihlalini fark etmek zor değil. Bu hak ihlali sarmalını başlatan olaylara bakıldığında bu insanların o vakit çok korkulan silahlı ve kanlı bir devrim peşinde olmadıkları rahatlıkla görülebilir. Onların yaptıkları daha iyi iş koşulları için grevler ve protestolar düzenlemek, sendikalaşmak ve örgütlenmek ve en nihayetinde icra ettikleri sanatla fikirlerini daha geniş bir kitleye yaymaktı. Fakat elde ettikleri sonuç devlet tarafından düzenlenen bir cadı avından daha fazlası olmadı. Hem de bu çok acımasız ve bir o kadar da zorbaca hak ihlalinin sebebi devlet erkini işgal eden bir grup azınlık fikirlerini “tehlikeli” ya da “Amerikan karşıtı” şeklinde damgaladığı için.
Yazının başında sorduğumuz bir soruyu tekrar sormamız gerekecek diye düşünüyorum. Sınır nereden çizilmelidir? Amerika Birleşik Devletlerle aynı politik kökenden gelen İngiltere’de Sosyalist Parti 1900 senesinde aktif olarak faaliyete geçti ve birçok kez siyasi arenada başarılar kazandı. Aynı siyasi fikirlerin aynı siyasi temeller üzerine kurulmuş iki ülke demokrasisin birinde tehlikeli ve birinde tehlikesiz sayılması mantık çerçevesinde değerlendirilemez diye düşünmekteyiz. Bu olay sadece belirli bir grubun kendi siyasi fikirleri doğrultusunda başka bir grubu hukuki bir yolla sessizleştirme çabasından başka bir şey değildir. Burada olayın yasal olması çok önemlidir çünkü bu olayda da görebileceğimiz gibi zorbalık ve hak ihlalleri hukuki bir çerçeveye girebilir ve girdiğinde onu durdurması bilhassa zordur çünkü burada ya çoğunluğun azınlığa karşı giriştiği bir hak ihlali ile karşılarız ya da devletin örgütlü tüm gücünün bir fikri susturmaya çalıştığı durumları.
Amaç Ve Araç
2017 yılında Amerika Birleşik Devletlerinin Charlotsville şehri modern dünyanın gördüğü en büyük nefret hareketlerinden birine tanıklık etti. Kendilerini neo-nazi[5], klansmen (klu klux klan üyeleri için kullanılan bir ifade)[6], ve sağcı milisler [7] şeklinde tanımlayan birçok insan bu kente yaşanılan bir olayı protesto etmek için toplandılar. Genel hareket yerel hükümetin Robert E. Lee heykelini kaldırma girişimine karşı bir protesto olsa da bu yürüyüşün aslında Amerika’da yaşayan azınlıklar için bir nefret yürüyüşüne dönmesi kaçınılmazdı ve nitekim bu protesto büyük bir nefret hareketine dönüştü [8].
Eğer biz bir grubun fikirlerini kabul edilmez veyahut zararlı görüyorsak ve bu grubun haklarını ellerinden almak için yasal bir yol arıyorsak bunu hukuk çerçevesinde yapmamız gerekecektir (yoksa bu vandalizmden daha fazlası olmayacaktır ) ve bu da bizi çok kıymetli bir soruya yöneltecektir: Hukuk herhangi kimselerin kişisel istekleri ve düşüncelerine göre başkalarının haklarını elinden alabilen bir mekanizma mıdır yoksa hukuk insanların değişmez haklarını herkesten koruyan kolektif bir savunma gücü müdür? Bu sorunun cevabı kitaplar dolusu tartışmalar sonucu verilebilir ancak hukukun herhangi bir kimsenin haklarını elinden alabileceğine inanıyorsanız devlet mekanizmasını sizden hoşlanmayan bir zümre ele geçirdiğinde sizin haklarınızla onlar arasında hangi engel kalabilir ki? En kötüsü de sizin onlara yapmak istediklerinizi sizin onlara verdiğiniz güçle yapacaklardır.
Yanlış anlamaları silmek adına bazı şeyler söylememiz gerekiyor. Irkçılık ve bunun gibi belirli kişilere, gruplara ve azınlıklara karşı nefretten beslenen ve bu nefreti fikir ve ideolojilerinin kökü kabul etmiş insanlar ve gruplar gerçekten de toplumumuza zararlıdır. Çünkü bu fikirler başka grupların haklarını ellerinden almayı taahhüt etmektedir. Nitekim homofobik ya da ırkçı fikirler toplumumuzda azınlık olan bireylerin hem yaşama hem de konuşma özgürlüklerini ellerinden almak için yayınlar, hedef göstermeler ve propagandalar yapmıyor mu? Fakat biz burada bu fikirlerin yok olmaması gerektiğini savunmuyoruz. Bir başkasının hakkını ihlal etme ya da o insanları tahakküm altına alma üzerine kurulmuş her ideolojinin toplumdan silinmesi eminiz ki çok daha iyi olacaktır. Ancak bu silinme işlemi nasıl yapılabilir? Kanımızca bu soru çok önemlidir çünkü bazen bir olgunun amacı kadar buna ulaşmak için kullanılan araç da fazlasıyla önemlidir. Keza bu konu için de aynı şey söz konusudur. Hatırlamamız gerekir ki en küçük azınlık bireydir ve bireylerin haklarını ellerinden alan kişiler azınlık haklarını savunamazlar çünkü onlar da çoğunluğun çıkarları için başka bir azınlığı ezmiş kişiler olacaklardır.
Bu zamana kadar gördüğümüz birçok örnek bize bu fikirlerin ve ideolojilerin yasaklardan sağ çıktıklarını, yaşamaya ve kendilerine destekçi bulmaya devam ettiklerini gösteriyor.
Arjantin ve Şili diktatörlükleri kendi zamanlarında sol fikirlere karşı giriştikleri savaşta on binlerce insanı katletti ve hatta dünya literatürüne “ölüm uçuşu” gibi yepyeni infaz yöntemleri (kurbanların uçaklardan ya da helikopterlerden denize atıldığı bir infaz çeşidi) kazandırdılar. Peki ya bu baskılar bu ülkelerde sol fikirleri bitirebildi mi? Hayır nitekim sol fikirler onlara karşı uygulanan bu hak ihlalleriyle beslenip büyüdüler. Hollywood onlusunun en ünlü ismi Dalton Trumbo hapisten çıktıktan sonra kendilerine uygulanan hak ihlalleriyle kamuoyunu kendi tarafına çekerek en azından kendisi ve bazı arkadaşları için bu zorbaca tecridi yıkabildi. Dalton Trumbo bunu kendisi ve arkadaşlarını birer özgür düşünce kurbanı ilan ederek başarabilmişti.
Hem yakın hem de uzak tarih örnekleri bize gösteriyor ki bir grubun fikir, ifade ya da yaşam hakkının elinden alınması o fikri öldüremiyor aksine o fikri gizli örgütlenmelere itip güçlenmesini ya da daha organize olmasını da sağlıyor peki böyle fikirlerle nasıl mücadele edeceğiz?
Niemöller İlkesi
“Önce sosyalistler için geldiler, sosyalist olmadığım için sesimi çıkarmadım. Sonra sendikacılar için geldiler, sendikacı olmadığım için sesimi çıkarmadım. Sonra Yahudiler için geldiler, Yahudi olmadığım için sesimi çıkarmadım. Sonra benim için geldiklerinde, benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı!” Martin Niemöller |
Martin Niemöller Nazi Almanya’sında yaşayan bir papazdı[14]. İnsanlığa o zamanların hak ihlallerine karşı çok önemli bir şiir bıraktı. Bu şiir aslında bize bu yazının ana fikrini özetler nitelikte.
Niemöller ilkesi genel anlamda sizden olmayan bir zümreye karşı yapılan hak ihlallerine ses çıkarmazsanız, bu hak ihlalinin size de yapıldığı zaman kimsenin ses çıkarmayacağını anlatır. Genel anlamda tarih sadece Niemöller örneği üzerinden değil birçok kişi, olay ve durum için bu sözlerin doğruluğunu tekrarlar nitelikte. Bugün güçlü olan kişiler, ideolojiler ve fikirler zaman içinde değişecektir. unutulmamalıdır ki her zamanın bir ruhu vardır ve zaman her zaman değişir. Nitekim Fransız Devrimi’nin tiranlaşan lideri Robespierre ve ilk başlarda konuştuğumuz “özgürlük düşmanlarına özgürlük yok” diyen Saint-Just birlikte giyotine gönderdikleri insanlarla aynı sonu paylaştılar. Sovyet NKVD’nin lideri Lavrenti Beriya da birçokları için tertip ettiği idam mangasının önünde kendisini buldu.Bu isimlerin ortak noktası bu isimlerin hak ve özgürlükleri rahatlıkla ezebilen ve kendi çıkarları doğrultusunda çalışan bir hukuk (ya da hukuksuzluk) düzeni yaratmış olmaları ancak güç el değiştirdiğinde onlar da yarattıkları bu hak ihlali makinesinin kurbanları oldular.
Nasıl Savaşılır
Peki, fikirleri yasaklamayacaksak onları nasıl alt edebiliriz? Bunun cevabı aslında çok basit sadece şunu kabul etmeliyiz ki toplum ve insanlar bir kişinin onları muazzam bir heykele dönüştürmesini bekleyen çamurdan bir yığın değil bu yüzden herkesi istediğimiz şekle sokamayız. Farklı fikir ve görüşlerin bizim görüşümüzle ne kadar çelişirse çelişsin var olacağını kabul etmeliyiz. Bu adımdan sonra toplumumuzda var olan fikirlerden başkasının haklarına saldıran grupların önüne çıkıp azınlık haklarını onlardan olmasak dahi korumalıyız. Peki, hangi haklar değişmez olarak bizimdir? Bu konuda birçok ayrı görüş olsa da bizce en kapsamlısı Bastiat’ın ortaya koyduğu üç temel haktır. Bunlar:
- Yaşam
- Özgürlük
- Mal ve mülk edinebilme
Haklarıdır[11]. Toplum olarak bu hakları ezen hiçbir fikri görüşü kabul etmemeli ve bunları bize dikte eden otoritelere boyun eğmemeliyiz ancak bu şekilde bu hakları muhafaza edebiliriz. Belirtilmelidir ki kontrolsüz her güç yozlaşma ve büyüme eğilimi gösterir (Nietzsche, Güç istenci). Örnek vermek gerekirse Kadınları iş yaşamından ayıran her türlü görüş, fikir ve otoriteye karşı hep birlikte karşı çıkmalıyız çünkü bu yasa ya da zorlama kadınların ekonomik özgürlüklerini elinden alacaktır. Ya da belirli bir zümrenin mal mülk edinme hakkını elinden almak isteyen her türlü tahakküme birlikte direnmeli ve onu çürütecek argümanları birlikte sunmalıyız. Başkasının haklarını elinden alacak kadar güçlü her organizasyon yarın bizim de haklarımızı elimizden alabilir. Bize her istediğimizi verebilecek bir devlet istediğinde de bizden istediğimiz her şeyi alabilir bu söz her zaman göz önünde bulundurulmalıdır.
Kazanabilir miyiz?
En önemli sorulardan bir tanesi de kesinlik bu. Bir fikri yasaklamadan ona karşı yürüttüğümüz mücadeleyi kazanabilir miyiz? Bunun cevabı kesinlikle evettir. Şu anda dünyamızın normal gidişatını hazırlamış bazı düşünceler yüz ya da yüzlerce sene önce inanması veya hayal etmesi dahi düşünülemez fikirlerdi. Altını çizmek isteriz ki Süfrajet hareketi erkek egemen anlayışı yasaklayarak ya da sesini kısarak değil, eylem ve protestolarla giriştiği bu mücadeleyi kazandı. Şu anda da hak mücadelesine devam eden LGBTİ bireyler de hak mücadelelerini kazandıkları ülkelerde bunu homofobik insanlara karşı giriştikleri amansız örgütlü hak ihlalleriyle yapmadılar. Bunu ortaya koydukları argümanlar ve protestolarla başardılar. Şunu kabul etmeliyiz ki toplumdaki herkes bizim gibi düşünmeyecek ve bazı fikirler bizi rahatsız edecek. Bazı fikirlerin tarihin tozlu sayfalarına kalkma vakitleri geldi ancak bunu bireylerin özgürlüklerine karşı girilecek bir savaşla yapmak hem araç hem de amaç konusunda eksik kalacaktır. Araç konusunda eksiktir çünkü en başından yok etmeye çalıştığımız o yanlışlığa girerek hem bir tezat oluşturuyoruz hem de durdurulması çok güç bir canavar yaratıyoruz. Amaç konusunda eksik kalacaktır çünkü yasaklar hedef alınan fikirleri yok etmekte çok başarısız kalıyor. Bu sebeplerden ötürü bireylerin fikir ve ifade özgürlüklerini ellerinden almak doğuştan sakat ve pek zorbaca bir yöntemdir.
REFERANSLAR
- Aristoteles, Politika, Remzi Kitabevi, Ağustos 2019
- Amnesty International UK / Issues, Freedom of speech, What is freedom of speech?, 18 May 2020, https://www.amnesty.org.uk/free-speech-freedom-expression-human-right
- Vern G. Swanson, Soviet Impressionist Painting. Woodbridge, England: Antique Collectors’ Club, 2008; p. 400.
- Dmytryk, Edward (1996). Odd Man Out: A Memoir of the Hollywood Ten. Southern Illinois University Press. p. 59. ISBN 9780809319992.
- Wootson, Cleve R. Jr. (August 13, 2017). “Here’s what a neo-Nazi rally looks like in 2017 America”. The Washington Post. Retrieved August 12, 2018.
- Park, Madison (August 12, 2017). “Why white nationalists are drawn to Charlottesville”. CNN. Archived from the original on August 12, 2017. Retrieved February 13, 2019.
- Early, John, ed. (May 16, 2018). “3 Militia Groups Connected to Unite the Right Rally Settle Lawsuits”. WVIR-TV. Archived from the original on February 14, 2019. Retrieved August 12, 2018.
- “Deconstructing the symbols and slogans spotted in Charlottesville”. The Washington Post. August 18, 2017. Archived from the original on August 20, 2017. Retrieved November 20, 2018.
- BBC News, Germany lifts total ban on Nazi symbols in video games, 10 August 2018, https://www.bbc.com/news/world-europe-45142651
- Encyclopedia of modern worldwide extremists and extremist groups by Stephen E. Atkins. p. 106 “the oldest of the German neo-Nazi parties”
- Frederic Bastiat, Hukuk, Liberte Yayınevi
- Witold Szabłowski, How to Feed a Dictator: Saddam Hussein, Idi Amin, Enver Hoxha, Fidel Castro, and Pol Pot Through the Eyes of Their Cooks
- Görsel1: Anthony Crider; cropped by Beyond My Ken (talk) 20:37, 9 April 2018 (UTC) – Charlottesville “Unite the Right” Rally
- Eric Pace (8 March 1984). “Martin Niemoller, Resolute Foe Of Hitler”. New York Times.