DAVRANIŞÇILIK EKOLÜ

Psikoloji henüz çok yeni bir bilim dalı olmakla beraber içersinde birçok ekol bulunmaktadır. XX. yüzyılın başlarında yapısalcılık, işlevselcilik, gestalt ve psikanaliz gibi ekoller bulunmaktaydı. Bu ekoller daha çok zihnin yapısı ve işlevleri, bilinç ve bilinç dışına odaklanmaktaydı. Bu yıllarda bu ekollere karşı deney ve gözlemi ön planda tutan ve sadece gözlemlenebilen davranışa odaklanan davranışçılık ekolü doğdu (Ciccarelli ve White, 2016). Bu ekol yaklaşık 40 yıl boyunca psikanalizin gölgesinde kaldıktan sonra II. Dünya Savaşı ve o zamanın politik ikliminde Nazizm ve Faşist gibi ideolojiler etkisiyle psikanalizin gölgesinden kurtulup daha etkili bir ekol haline geldi (Türkçapar ve Sargın, 2011). Davranışçılık özellikle 1950 yılından itibaren Amerika ve Rusya`da büyük ilgi görmeye başlamıştır. Bu ekolün temelinde her insanın tabula rasa (boş levha) şeklinde dünyaya geldiğini ve fiziki ve sosyal çevre etkisiyle değişip şekillenmiştir (Alıcı, 2018).

1800`lerin sonlarına doğru Rus fizyolog Ivan Petroviç Pavlov’un (1849-1936) çalışmaları davranışçılığın başlangıcına ilk örnek olarak gösterilebilir. Pavlov, salya refleksinin sindirim sistemine etkilerini köpekler üzerinde çalışıyordu. Çalışmaları sonucunda şans eseri klasik koşullanmayı keşfetti. Köpekler üzerinde çalışma yaparken köpeklere yiyecek veriyor ve salya miktarlarını ölçüyordu. Köpeklerle böyle birkaç kere test yaptıktan sonra köpeklerin yalnız ağızlarına yiyecek verildiğinde değil, deneycinin geldiğine işaret eden kapı veya ayak sesi ya da beyaz önlük gibi görüntüye de salya salgılamaya başlamıştır (Alıcı, 2018). Pavlov bu buluş sonrasında sindirim sistemi çalışmalarını bırakıp bizim pavlovyan (klasik) koşullama diye bildiğimiz “psişik refleks” olarak adlandırdığı bu kavramın peşine düşmüştür. Normal koşulda köpekte hiçbir tepkiye yol açmayan uyaran olan örnek olarak metronom (koşullu uyaran), yine normal koşulda köpekte salya salgısına neden olan uyaran etten (koşulsuz uyaran) hemen önce verilirse böyle birkaç denemeden sonra köpek metronoma da tepki olarak salya salgılar, yani koşullanma veya öğrenme gerçekleşmiştir (Alıcı, 2018). Bu keşifle beraber psikoloji tarihi boyunca bir davranışın nasıl ortaya çıktığına dair deneysel açıklama getirilmiştir. Pavlov’un bu çalışmaları davranış biliminin ya da davranışçılığın temelini oluşturdu.

Davranışçılık o dönemde gelişebilmek için en uygun yer olarak Amerika`yı seçti ve bu topraklardaki öncüsü ise John Broadus Watson`dır (1878–1958). 1913 yılında davranışçı manifesto olarak yayınladığı yazısında psikolojinin içe bakış ve zihinsel fenomenler gibi doğrudan gözle görülemeyen veya gözlenemeyen olaylara odaklanmaması gerektiğini bunun yerine gözle görülebilen ve deneysel yollarla ölçülebilen olaylara odaklanması gerektiğini vurgulamıştır (Ciccarelli ve White, 2016). Watson, Freud`un çalışmalarının ve bilinç dışı bastırma ile ilgi görüşlerinin farkındaydı ancak Freud`un davranışlarının kökeninde bilinç dışı güdülenme yattığı görüşüne karşı olarak davranışların öğrenilmiş olduğunu savundu. Freud fobilerin bastırılmış çatışmalardan kaynaklı olduğunu ve bunların tedavisi için bastırılmış olanın dışa vurulması gerektiğini ve bu dışa vurumun uzun yıllar alacağını söylüyordu. Watson ise fobilerin temelinde klasik koşullanma yoluyla öğrenildiğini inanmaktaydı ve bunu kanıtlamak için meslektaşı olan Rosalie Rayner ile “Küçük Albert” deneyini yaptılar (Ciccarelli ve White, 2016).

 Küçük Albert deneyi 1920 yılında Watson ve Rosalie Rayner tarafından dokuz aylık bebek olan Albert B. üzerinde yapılmıştır (Kramer, Bernstein ve diğ., 2014). Bu deneyde ilk başta Albert`e beyaz sıçan, bir köpek, bir maymun, bir tavşan, yanan gazete ve maske gibi çeşitli uyaranlar sunuldu. O, bunların hiçbirine karşı korku göstermedi, ama bir çekiç ile bir çelik levhaya vurulduğunda çıkan yüksek sesli gürültüden korkmuştur. Daha sonra Albert’in korkusunu zararsız bir nesneye karşı koşullanabileceğini denemek için Watson ve Rayner önce uysal bir beyaz sıçan gösterdiler sonra bu sıçana yaklaşınca gürültüyü verdiler. Birkaç eşleştirmeden sonra sıçan Albert üzerinde tek başına çok güçlü bir duygusal tepki meydana getirdi. Watson insanların davranışları üzerinde en etkili faktörün çevre olduğunu ve çevrenin insan davranışını şekillendirdiğini savundu: Bana bir düzine sağlıklı bebek verin, özel davranışçı yöntemlerle onları yetiştirerek, başka bir şeye gereksinim duymaksızın onları doktor, sanatçı, avukat, esnaf hatta hırsız veya dilenci yaparım diyordu (Watson ve Rayner, 1920).

Birkaç yıl sonra, Watson`ın öğrencilerinden biri olan Mary Cover Jones, hocasından farklı olarak korkmanın nasıl oluştuğunun değil de bu korkunun nasıl azaltılacağı üzerine deneysel bir çalışma yapmıştır (Kramer, Bernstein ve diğ., 2014). Bu çalışmasında Peter adında 3 yaşında bir çocuğa önce Küçük Albert deneyinde olduğu gibi korkmadığı bir canlı olan tavşandan korkması öğretildi. Daha sonra tavşan korkusunu azaltmak için sosyal öğrenme (taklit) yöntemini kullandı. Her gün Peter ve tavşana karşı tamamen korkusuz olan 3 tane çocuk, bir oyun süreci için laboratuvara getirildi. Tavşandan korkmayan çocukların rahat hareketlerini gören Peter`in tavşan ile daha rahat olmasını sağladı. Deney sırasında Peter’in ilerlemesi hem rahatsızlandığı hem de korkutucu bir köpek ile karşılaşması ile tehlikeye girmiştir. Peter`in korkusunu daha sonra doğrudan koşullanma yolu kullanılarak azaltılmaya çalışıldı. Bu teknikte ise Peter en sevdiği yemeği yerken kafeste bir tavşan ile aynı ortamda bulunduruldu. Bu yöntem ile Peterin korkusu ortadan kalkmıştır (Kramer, Bernstein ve diğ., 2014).

Davranışçılığı bütün insan psikolojisini açıklayan ve bütüncül bir kuram haline getirip sistemleştiren kişi B. F. Skinner (1904-1990) olmuştur. Watson`un klasik koşullanma paradigması insan davranışlarını anlamada çok sınırlıyken Skinner`ın “edimsel koşullanma ve pekiştirme” kuramı arkasındaki epistemolojik yapıyla birlikte insan davranışlarının neredeyse tamamını davranışçı ilkeler ile açıklar hale geldi (Türkçapar ve Sargın, 2011). Edimsel koşullama organizmaların aktif yaptığı davranışlar ve ortaya çıkardığı sonuçlar tarafından şekillenmektedir (Alıcı, 2018). Klasik koşullanmada tepki refleksif iken (zil-salya akması) edimsel koşullamada ise motor sistem ilgilendiren karmaşık davranış ortaya çıkar (farenin pedala basıp yem gelmesi) (Cüceloğlu, 1994). Skinner`ın edimsel koşullanması ile psikoloji, öğrenmenin temel ilkelerini ortaya koymuş oluyordu. Bunun faydası ise bu ilkelerin deneysel olarak sınanabilmesidir. Başka bir avantajı da bilinç ve bilinç dışı gibi zihinsel süreçlerle ilgilenmek zorunda olmayışı idi. Zihne boş kutu gibi baksa yeterliydi. Tek yapması gereken çevresel uyaranlara karşı canlının davranış tepkilerine bakmak ve bunlar arasındaki ilişkiye göre çıkan kuralları belirlemektir (Türkçapar ve Sargın, 2011). Bu iki bilgi ile bütün psikolojik yapıyı anlayabilir ve insanı davranışlarını öngörebiliriz.

 Davranışçılık ilkelerinin klinik ortama uygulanması 1960`larda oldu. Davranışçı terapi psikanalitik terapi ve diğer terapilerden memnun olmayan klinisyenler tarafından geliştirilmiştir. Davranışçı terapinin amaçları öğrenme ilkelerini kullanarak danışanın uyumsuz davranışlarını, bu davranışlara eşlik eden bilişlerini ve duygularını uyumlu hale getirmektir. Davranış terapisinde birçok yöntem kullanılır; bunlar sistematik duyarsızlaştırma, gevşeme eğitimi, maruz bırakma terapisi, atılgan eğitimi, biyolojik geri bildirim, edimsel koşullanma ve diğer pekiştirmeye dayalı yöntemlerdir (Kramer, Bernstein ve diğ., 2014). Joseph Wolpe (1915–1997) ilk davranışçı terapisttir ve sistematik duyarsızlaştırmayı tekniğini geliştirmiştir. Davranışçı terapi 1980`lerde bilişsel terapi ile birleşerek bilişsel davranışçı terapi olarak günümüze gelmiştir.

KAYNAKÇA

Alıcı, T. (2018).Öğrenmenin Bilimsel Temelleri. Kaknüs Yayınları.

Ciccarelli, S.K ve White, J.N. (2016). Psikoloji: Bir Keşif Gezintisi. Nobel Akademik Yayıncılık.

Cüceloğlu D. (1994), İnsan ve davranışı. Remzi Kitabevi.

Kramer, G. P., Bernstein, D. A., ve Phares, V. (2014). Klinik Psikolojiye Giriş. Mentis Yayıncılık.

Türkçapar, M. H. ve Sargın, A. E. (2012). Bilişsel davranışçı psikoterapiler: tarihçe ve gelişim. Bilişsel Davranışçı Psikoterapi ve Araştırmalar Dergisi, 1(1), 7-14.

Watson, J. B. ve Rayner, R. (1920). Conditioned Emotional Reactions. Jurnal of Experimental Psychology, 3 (1), 1-14.

Share this article
Shareable URL
Prev Post

CARL GUSTAV JUNG’UN HAYATI VE PSİKOLOJİ BİLİMİNE KATKILARI

Next Post

1923-1960 DÖNEMİ TÜRKİYE DIŞ TİCARET POLİTİKALARI

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Read next