AMERİKAN HEGEMONYASININ ÖZGÜRLÜK SÖYLEMİ

Amerikan hegemonyası gerek kendi iç siyasetinde gerek uluslararası kamuoyunda savunuculuğunu yaptığını iddia ettiği uluslararası ve ‘insanüstü’ prensipler aracılığıyla kendini meşrulaştıran bir algı yönetimi içinde işlemektedir. Yıllar içerisinde Amerika’nın hem başka ülkelerde hem de kendi iç işlerinde öngördüğü bu prensiplerin sadece buz dağının görünür tarafı olduğu fark edilmiş ve bu durum birçok kaynak tarafından da eleştirilmiştir. Gerek demokrasiyi koruma amacıyla uygulanan faşist yaptırımlar, gerek bu yaptırımları sözde bir insan veya bir kuruma, kısacası bir duruma indirgeme kabiliyeti çokça sorgulanan konulardan olmuştur. Özellikle 2020 yılının yaz aylarındaki ‘Black Lives Matter’ sosyal hareketinin ışığında Amerika’daki kurumlar, bu kurumların nasıl bir sömürü düzeni içinde yaratıldığı ve o düzeni nasıl tekrardan doğurduklarına bir daha dikkat çekilmiştir.

Amerika Birleşik Devletleri ,’Black Lives Matter’ Protestoları, 2020.

Fakat BLM hareketinin eleştirilerini yönelttiği birincil kurum olan ‘polisiye’ yerine bu makalede hapishane kurumu ve köleliğin yasa dışı ilan edilmesiyle bu kurumun geçirdiği değişiklikler üzerinden inceleme yapılacaktır.

Amerikan hapishane sistemi 1865 yılından önce gerek kendine has gerekse İngiliz önderliğindeki Avrupai ceza yöntemler aracılığıyla yerel olarak gelişmiş, hapishane sisteminin şekillenişi ve kullanılışı toplumun dönem içerisindeki ‘suçlu’ ve ‘ceza’ algılarını yansıtmıştır. Jackson’cu ve Pensilvanya sistemleri gibi birçok farklı cezalandırma sistemi hapishane kurumunun işlevini dönemler içerisinde değiştirmiş, suçlu kimsenin kimliği de bu vesileyle statik kalmamıştır. Fakat 1865 yılı Amerikan hapishane sistemi için bir dönüm noktası niteliğindedir. Bu yıl içerisinde kölelik yasa dışı ilan edilmiş, artık özgür olan bu bireylerin uyacağı bir suçlu kimliği oluşturulmuş ve bu sıfat aracılığıyla suç kavramı yeni bir anlatı bulmuştur.

1865 yılı öncesindeki ceza sistemi ayrılığının ciddi bir teorik zemini vardır. Bu yıldan önce beyaz bireylerin işlediği suçların cezai yaptırımı hapishane olarak kabul görürken, siyahi bireylerin suçları ise ‘Köle Yasası’na göre yargılanmaktadır. İdam dışındaki cezalara çarptırılmış beyaz bireyler hapishane içerisinde eziyet görmüş ve ‘topluma geri kazandırma amacı güdülen’ zorlu yaptırımlara maruz kalmıştır. Fakat bu sistemin asıl cezalandırma metodu fiziksel yaptırımlardan öte, bireyin özgürlüklerinden koparılmasıdır. Fakat köleleştirilmiş birey zaten bu özgürlükten mahrum durumdadır. Bu sebeple benzer bir cezai uygulama zaten öngörülemez bir durumdur.

1865 yılında ise köleliğin yasa dışı kabul edilmesiyle beraber, ‘köleleştirilmiş bireylerden oluşan grup’ artık yeni bir formda ve isimde ‘eski köleler’ olarak ortaya çıkmıştır. Fakat bu ‘yeni’ grup, ne kadar mülk olarak ilan edilme durumundan özgürleşmiş olsa da, kendilerine dair olan ‘problemli popülasyon’ algısı süregelmiştir.  Böylece grubun yeni formuna rağmen eski çelişkisi de kendisini takip etmiştir. Bu çelişkinin sebepleriyle ilgili Adamson kapsayıcı bir açıklama sunmaktadır. Ona göre ‘problemli popülasyon’ algısının çelişkisi hem bu grubun beyaz-öncülükçü ideoloji ve getirilerini tehlikeye atabilme potansiyelinde, hem de potansiyel bir kaynak olarak kullanılmak istenmesinde yatmaktadır. (Adamson, 1983)

Özgürleştirilmiş bireylerin sistem için sunduğu çelişkiye çözüm, 1865 yılında 13 ve 14. maddeler aracılığıyla cezai kanuna dahil edilen ‘Siyah Yasası’ aracılığıyla bulunmuştur. Özgürleştirilmiş fakat topluma kazandırma babında çaba sarf edilmemiş bu yeni grup, yeni yasalar ile üretim toplumundaki eski işlerine farklı bir kılıf altında devam etmek zorunda kalmışlardır. Bu kılıfı göz önüne seren en iyi örneklerden biri ise kölelik sisteminin altında da uygulanan ‘kiralama sistemi’nin yürürlüğe girmesi ile Ocak ayının ilk on gününe kadar iş  edinmemiş bireylerin cezaya tabii tutulması kuralının getirilmesidir. Eğer ki bu tarihe kadar iş kontratı olmazsa veyahut kontrata aykırı hareket ederse, siyahi bireylerin tarlalarda çalıştırılması zorunlu tutulmuştur. Böylece üretim toplumundaki ilişkilere katılım ve nasıl katılabileceği siyahi bireylerin elinden alınan bir özgürlük olmuş, bireylerin potansiyel bir kaynak olarak kullanılmasına engel olabilecek her durum yok edilmeye çalışılmıştır. Başka bir değişle verilen özgürlük ancak bireylerin bir kaynak olarak değerlendirilebildiği sürece vardır, ve bu varlık da gerek topraklar arası hareket ve tarım-dışı işler için lisans sisteminin getirilmesiyle, gerek siyahi bireylere toprak kiralanmasının yasaklanmasıyla olabildiğince sınırlandırılmıştır. Topluma üretim bazında katılan siyahi bireyler için bile çok ince çizgiler konulmuş;  özel mülkten izinsiz geçme, yere tükürme ve küfretmek bile cezai uygulamalara tabii tutulur hale gelmiştir.

Bu altyapı yıllar içerisinde ve siyahi hareketiyle büyük değişimler yaşamış olsa da, günümüzde de hapishane sistemi bu sistemik ırkçılığın kalıntılarını taşımaya devam etmektedir. Siyahi ve beyaz bireyler aynı yasalar ile yargılanıyor olsalar da, yasaların ‘suç’ kabul ettiği ve ‘suçlu’ kimliği olarak tanıdığı kimlikler bu tarihsel izlerden bağımsız değildir. Başka bir değişle aynı olmayan bireyleri aynı cezalara tabii tutmanın toplumsal bir gerçeği yeniden yaratacağı barizdir. Gerçekliğin suç algısı etrafında yeniden yaratılması durumunda kurumsallaşmış ırkçılıktan bahsetmek mümkündür. Lander’ın söylemi bu durum için ışık tutmaktadır. “Hapishanelerde üniversitelerde olduğundan çok siyahi insan var. Bu istatistik için ‘kurumsallaşmış ırkçılık’ terimi ağır kaçmaz.” (Silton, 2002) Amerikan toplumunun sadece yüzce 12’sinin siyahi bireylerden oluşmasına rağmen mahkumların yüzde 49’unun siyahi olması da yine kurumsal ırkçılığa bir örnektir. Kimlik üzerindeki suçluluk potansiyeli algısının yeniden yaratılışı ve politik bir araç olarak kullanılmasının dışında bu istatistiğin başka bir değeri de durumun sosyal boyutunu göz önüne sermesindedir. Siyahi bireyler yasal olarak denk tutulsa da, taraflı olan yasa ve yasanın uygulayıcı mercileri artık sistemikleşmiş ırkçılığı yeniden yaratmayı kendine görev bilmiştir.

Bu umut vaat etmeyen görsele ek olarak, artan nüfusa uygun verilen cezaların ağırlığının incelenmemesi, bu istatistiğin oluşmasının sebeplerinin araştırılmaması ve oluşumunun engellenmeye çalışılmaması hapishanelerin siyahi bireyleri toplumdan koparmayı hedefleyen işlevinin hala süregeldiğini de göz önüne sermektedir. Hapishanenin siyahi bireyler için işlevinin sorgulanması Amerika’nın altı çizili bir biçimde savunuculuğunu yaptığı ‘özgürlük’ kuramını da tekrardan sorguya açmaktadır.

Kaynakça

            Adamson, C. R. (1983). Punishment After Slavery: Southern State Penal Systems, 1865-1890. Retrieved from https://www.jstor.org/stable/800272?seq=1#metadata_info_tab_contents

Foucault, M. (1975). Discipline and Punish: The Birth of the Prison.

Silton, D. (2002 ). U.S. Prisons and Racial Pro ling: A Covertly Racist Nation Rides a Vicious Cycle. Retrieved from https://scholarship.law.umn.edu/cgi/viewcontent.cgi?article=1035&context=lawineq

Share this article
Shareable URL
Prev Post

İMPARATORLUĞUN GÖLGESİNDE ANGLOSFER SİYASETİ

Next Post

AVRUPA BİRLİĞİ VE KARADAĞ İLİŞKİLERİ

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Read next