ADANMIŞLIĞIN ŞİDDETİ: FİLİSTİN’DE İNTİHAR SALDIRILARI

Özet 

Bakış açılarına göre, intihar saldırılarının kavranması ve analizi epey karmaşık görünse de hâkim anlayışların zemini; özgürlük ve terörizm üzerine oturtulmuştur. Bu perspektiflerle beraber intihar saldırılarını safi politik bir tutum olduğu için incelemek, konuya basmakalıp bir yaklaşımı da beraberinde getirecektir. Saldırıların; siyasi, dini, sosyolojik, ekonomik, psikolojik, edebi formdaki nedenlerinin gün yüzüne çıkarılması, yapılan eylemin meşruluğunu sorgulatmakla beraber, ‘hakikat’ teriminin, bireyler ve toplum ekseninde ne denli evrime uğratıldığını da kavrama açısından önem teşkil edecektir. Bu bağlamda öncelikli olarak, Filistin intihar saldırılarını tarihsel bir süzgeçten geçirdikten sonra, konunun diğer basamaklarından biri olan beden siyaseti üzerinde durulacaktır. Ardından ise, saldırıların ‘özgürlük’ ve ‘terörizm’ boyutları ele alınacaktır.

Anahtar Kelimeler: İntihar Saldırıları, Beden Siyaseti, Özgürlük, Terör

Giriş

Günümüzde uluslararası bir nitelik taşıyan intihar saldırıları bilindiği gibi yeni bir şiddet göstergesi değildir. Hasan Sabbah’ın fedailerinden, Japonların ‘Kamikaze’ olarak adlandırılan konvansiyonel uçuş dalışlarına kadar eski bir kökene dayanan intihar eylemleri; El Kaide, Tamil Elam Kurtuluş Kaplanları, Hizbullah gibi terör örgütlerinin, sivilleri ve askerî noktaları hedef alarak siyasi güç kazanma arzusu, saldırıların bu gruplar tarafından stratejik bir önem kazanmasına sebebiyet vermektedir. Bireysel intiharlardan farklı olarak, ideolojik, dini maksatlarla yapılan ve kendisinden başka diğer hedef noktalarının da ölümüyle sonuçlanan saldırı tipi, genelinde yaşam hakkının ihlali sayılmakla beraber, evrensel suçlardan biri olarak kabul görmektedir. Uçak saldırıları, bomba yüklü araçların patlatılması, intihar edecek örgüt üyesinin sivillerin en yoğun olduğu bölgelerde kendini yok etmesi ve maksimum zararla hareket etme zihniyeti, 20.yy’ın son çeyreğinde büyük bir tehlike olarak nitelendirilmiş ve saldırıların askerî noktalardan ziyade sivilleri hedef alan bir dönüşüm geçirdiği anlaşılmıştır. Öte yandan, devletlerin gücünün aksine bir hayli zayıf kalan bu örgütler eylemlerinin meşruluğunu, hınç ve mazlumluğun sonucu olarak görülen zulüm ve haksızlıkla, bağımsızlık ilkesiyle ve batıl ile mücadele mantalitesiyle sağlamaya çalışır. Zira, Filistin özelinde ele alınacak hususta en kritik nokta, yapılan eylemlerin günün sonunda: “Mazlumluk söylemi güç istemidir.” (Açıkel, 1996) anlayışına sevk etmesidir. Sömürgelerin bağımsızlık mücadelelerinde, sosyalist ve milliyetçilik kuramlarında da oldukça rastlanan bu kavram, İslamiyet’te, Hristiyanlık ve Yahudilik inancında da oldukça kullanılan bir atıftır. Bu duruma örnek olarak, Chehab’ın da belirttiği gibi, “İsrail’in Filistinlileri gettolaştırma çabası, nüfusun radikalleşmesine hizmet etti. Öç alma arzusu ve sonuç olarak kan ve ölüm döngüsü, Hamas’ın yeni üyeler bulmasını sağlayan ideal koşullar ve verimli bir zemin yarattı.” (Chehab, 2007 :124) Öte yandan, ailelerin çocuklarını intihar eylemcisi yapma hedefiyle yetiştirmesi, haksızlığın intikam alarak giderilmeye çalışılması Fisk’e göre: “Radikal İslamcılarla ilgili olarak, onların Kur’an’ı iyi bilmedikleri fakat içlerinde onları harekete geçirecek güçlü bir öfkenin ve umutsuzluğun bulunduğudur.” (Fisk, 2001: 32) Özetle, iki perspektifle ele alınacak olan intihar saldırılarının; nerede, nasıl ve neden yapıldığını idrak etmek adına tarihsel süreci anlatmak elzem olacaktır.

Geçmişten Günümüze Filistin Örgütleri ve İntihar Saldırıları

Ahmed Yasin, (1937-2004) Filistin'in bağımsızlığı için mücadele veren Hamas'ın kurucusudur.
Ahmed Yasin, (1937-2004) Filistin’in bağımsızlığı için mücadele veren Hamas’ın kurucusudur.

Ekonomik, siyasal, sosyal olarak kelimenin tam manasıyla yetkin bir bağımsızlıktan yoksunluğu, dış yardımlara bağımlı bir Filistin’in toplumsal faktörlerin büyük bir etkisiyle önünü alamadığı intihar saldırıları; Filistin örgütlerinin içindeki bölünmelerden gençliğin baskıdan beslenen öfkesine kadar, yürürlükteki dinamikler klasik toplumsal denetim mekanizmalarını felç etme yönünde rol oynamaktadır.  (Bozarslan, 2010a: 280) Bu saldırılara verilen desteğin, Camp David görüşmelerinden önce ve sonra olarak ayırmak mümkündür. Özerkliğin başında (1993 ve 1994) sadece %20 olan destek, Camp David başarısızlığından önce (2000) %52’ye, nihayet 2001’de de %86’ya yükselmiştir. (Heacock, 2005: 55-57) İktidar gücüne sahip direniş güruhu olarak nitelendirilen Filistin Kurtuluş Örgütünün İsrail ve uluslararası toplumun dayatmaları ile FKÖ’nün sindirildiği ve direnç gücü olmayan bir iş birlikçi olarak varlığını sürdürdüğü algısı, İkinci İrtifada, el-Fatih militanların da muhalefet içine dahil olduğunu gösterir. İsrail gücüne karşı bir şiddet aktörü olan Filistin Otoritesi, ulusal direniş sürecini yeniden başlatmaktan başka bir seçenek oluşturamayacaktır. Bu bağlamda, el-Aksa Şehitleri Tugayının en önemli simaları olan Mervan Berguti, Naif ebu Şerah, Sirhan Sirhan ve Zekeriya Zübeydi’nin etrafında örgütlenmesine izin verecektir. Hızla özerkleşen birlik, intihar saldırılarının %22’sine imza atacaktır (Bozarslan, 2010b: 281). Diğer aktörlerden biri ise, İslami Cihat Hareketi’dir. “Kıyamete kadar cihat.” (Kamrava, 2005:231) paralelinde ilerler ve toplumun yoksul kesimini bünyesinde barındırır. Nitekim, Hamas’ın önderliği nedeniyle de geri planda kalmışlardır. Bahsedilenlerin ötesinde, Hamas’ı sadece intihar saldırıları yapan bir örgüt olarak tanımlanmak doğru bir yaklaşım olmayacaktır. Zira, örgütün orijinal halinin 1930’lu yıllarda Müslüman Kardeşler ’in Filistin’e gelmesine kadar dayandırılır. Siyasi eylemlerden haz etmeyen bir tutuma sahip olmaları, toplum yapısı içerisinde marjinal bir imaj yakalamıştır. Lakin birden çok bölünme yaşayan oluşum, 1987 ’de Şeyh Ahmed Yasin tarafından Hamas’ın kurulmasıyla başka bir boyuta evirilmiştir. Sahiplendiği İsrail varlığının reddi ve Hamas’ın: “Filistin’i Akdeniz’den Ürdün’e kadar bütünüyle kurtarmaya çalışan bir halk mücadelesi hareketi” olarak tanımlaması ve “Ulusal mücadele için İslami bir toplum inşasının gerekliliği olduğunu” (Signoles, 2006) vurgulamaktadır. Hamas tarafından kurulan el- Kassam Tugayları ile 1993’te otobüse karşı yapılan bombalı saldırısı sayesinde ilk eylemlerini gerçekleştirmiştir. Sadece düşmanla mücadele değil aynı zamanda, farazi muhalif- hain- kesiminin de bu örgütten zarar görmesi, Filistin içi bir şiddeti de doğurmakla beraber, kendi düzenini aşırılıklarıyla inşa etmeyi amaçlamıştır. İkinci İrtifada’nın sonuçları hem Filistin hem de İsrail toplumunu derinden etkilemiştir. Verilere göre: 4.900’den fazla can kaybı (1.057’si İsrailli), onlarca yargısız infaz, yüzlerce sivilin ölmesine yol açan ‘nokta hedefli suikastlar’, evlerin yıkılması, 500 kontrol noktası kurulması, bir duvar örülmesi (Bozarslan, 2010:284) Filistinlileri büyük bir çıkmaza ve sahipsizliğe iterken, aynı eksende “panoptik bir duygu yaratması.”  (Romani, 2005: 259). İsrail’e olan öfkeyi artırmış ve şiddet söylemlerinin günümüze kadar ulaşmasına imkân sağlayarak bağımsızlık algısının güçlenmesine sebebiyet vermiştir.

Hakikatın Evrimi ve Beden Siyaseti

Doğru ve yanlışın görünürlüğü Nietzsche’nin felsefesini oluşturan ‘güç istenci’ kavramı sayesinde mühim bir noktadır. İnsanın tüm eğilimlerinde bu arzu görülmekle beraber, Foucault’un tabiriyle: “Hakikat, doğru ve yanlışın birbirinden ayrılmasını sağlayan ve iktidarın etkili olmasına yarayan kurallar bütünüdür.” (Foucault, 2003: 177). Felsefi boyutun yanı sıra, dinlerin hakikat söylemi, yaşama dair her şeyin doğru veyahut yanlış olarak sınıflandıran ve eylemlerin sınırını çizen mutlak otoritedir. Zira, Gazali’ye göre, “Dini düzen ancak dünya düzeni ile gerçekleşir. Dünya düzeni ise kendine itaat edilen imamla kurulur.” (Akt.2000:129). Bu sayede düzenin bir nedeni olan hakikat, dünyevi hususta somut hale gelmiştir. Radikal İslam’ın hakikatinde ise; kendi doğrularını toplumun her kesimine benimsetme pratiği olarak şekillendiği için, bireylerin bedenleri hakikati sağlama konusunda oldukça elverişlidir. Göreceli gerçekçi sebeplerle bireyin yok olmasını, kazanmanın bir sonucu olarak atfeden Radikal İslam, bu durumu kötülüğe karşı cihat etme biçimi olarak tanımlar. Müslümanların daimî acıları, siyasal ve ekonomik taleplerinin yanıtsız kalması, düşman olarak algıladıkları topluma veyahut hükümetlere karşı eksik ve zayıf hissetmeleri, mutsuzluk ve umutsuzluktan beslenen içsel yorgunluğun dışa dönük bir beden siyasetine dönüşmesiyle, Filistin’deki intihar eylemleri görünür hale gelmiştir. Saldırıların en büyük geçerliliği hem ulusu koruma hem de İslam’ın bir pratiği olarak yansıtılmaktadır. Bu yapı; intihar saldırılarını cihat anlayışıyla yaparken, kendisini yok eden bireye ‘mücahit’ kategorisine dahil etmesiyle İslam’ın cihat ilkesini, beden siyasetinin bir parçası haline getirmiştir.

Unutulmaması gereken kritik nokta ise, Radikal İslam’ın ve Filistin’de yaşanan intihar vakalarının İslam’ın prensiplerini mutlak olarak benimseyip uygulamaktan ziyade, kendi eylemlerinin meşruluğu için yoruma açık bir hale getirmesidir. Zira, İslam’da zalimin hareketlerinin durdurulması üzerinde genel bir kanı olsa da bireyin önce kendi nefsine zulmetmemesi gerektiği bilinci vurgulanır. İslam’a göre; bireylerin bedenleri kendilerine ait bir mülk değil, mesul tutulan bir emanettir. Bu nedenledir ki; ‘Emanete hıyanet olmaz.’ düsturu, öncelikle bireyin bedeni ve çevresi içindir. Öte yandan cihat ise, İslam içerisinde en önemli konulardan biridir. Lakin kime ve neye karşı cihat edileceği ve çeşitliliğini de gözden kaçırmamak gerekir. ‘Allah yolunda cihat etmek’, zalime karşı mazlumun tarafı olmak, Allah yolunda cihat ederken yaşamını yitirene ‘şehit’ ismi verilmesi ve ‘şehit’ olan kişinin cennet ile ödüllendirilmesi İslami literatürün mücadelesinde önemli bir kaynak haline gelmiştir. İntihar saldırılarını gerçekleştiren bireylerin de kendini şehit olarak nitelendirmesi bu durumdan kaynaklanmaktadır. Fakat verilen bu statünün kelime kökü ‘şahit’ kelimesinden gelmektedir. Gerçeklere şahitlik eden bireye, Allah’ta şahit olmuştur. Örtüşmeyen bir zeminde varlığını sürdüren intihar saldırılarında bu argümanın kullanılması, içerisinde birden fazla paradoksun barınmasına neden olmaktadır. Zira İslam’da, Allah’ın bahşetmiş olduğu ruhu ve canı, Müslüman bir insanın yok etme çabası zinhar yasaktır. Hiçbir canlı kendisine emanet edilen bedene kıyamaz. Bu  doğrultuda intihar saldırıları esasen; bireyin kendine ve diğer insanlara zarar vererek cihat etmek yerine, bir zulüm işlemekte ve siyasi güç elde etmek adına bireylerin yaşam hakkını kendi ideolojisinden daha değersiz olarak nitelendirmektedir. Özetleyecek olursak, intihar saldırılarının argümanlarını cihat anlayışıyla sağlam hale getirmeyi amaçlayan örgütler ve üyelerin, hakikati kendi zihinlerinde yeniden yorumlamalarıyla açıkladıkları aşikardır.

Özgürlük ve Terörizm Bağlamında İntihar Saldırıları

Özgürlük kavramının algısı kısıtlayıcı unsurları da içeren, sınırsızlık halidir. Baskı unsurlarından uzak, serbestçe davranabilme kapasitesi bireyin en büyük arzularından biri olarak görülmektedir. Başka bir tabirle: “Özgürlük, bir var olma istenci ya da yaşam iksiri olarak tanımlanabilir.”  (Açıkgöz, 2008: 95). Bu nedenledir ki, birey ve toplumun temel varlığı da buna bağlı hale gelmiştir. Bağımsızlığı yok edilmiş birey, yaşamak için başka bir sebebinin kalmadığını ve bunun onursuz bir tutum olduğunu dile getirerek intihar saldırısını meşru kılmaktadır. Bu nedenden kaynaklı olarak, özgürlük bağlamında bu konuyu incelemek esastır. Cronin’in (2003: 6) belirttiği gibi, “İntihar saldırılarında adaletsizliğe karşı öfke, intikam ve cezalandırma önemli bir motivasyon kaynağıdır. Özgürlüğü elinden alınmış ve zulme maruz kalmış toplumların kendi haklarını elde etme çabası bağlamında, intihar saldırılarının bir insan hakkı ihlali olması çelişkilerin diğer bir sonucudur.” Bu fikrin destekleyici argümanları da aynı eksende ilerlemektedir. Baskıya maruz bırakılmış bireylerin, yine benzer baskı mekanizmasıyla özgürlük elde etme çabası ilerleyen dönemlerde stratejik bir amaca hizmet etmiş ve grup kimliğini ön plana çıkarmıştır. Zaman aşımına uğradıkça bu fikir şekillenerek, özgürlük algısından çıkmış, örgütün gücünü temsil eden bir araç haline gelmiştir.

İkinci olarak terör terimiyle açıklanan intihar saldırıları; korku algısı yaratmak, kaosu beslemek ve caydırmak için yapılan bir eylemdir. Terör ve terörist kavramlarının göreceli tanınmaya sahip olduğu da unutulmamalıdır. Örneğin; Avrupa Birliği Filistin’in bağımsızlığı için mücadele eden örgütlerden biri olan Hamas’ı terör örgütleri listesinde gösterirken, Birliğe aday ülkelerden biri olan Türkiye aynı örgütü özgürlük için mücadele eden bir direniş örgütü olarak görmektedir. Dolayısıyla, terör eylemleri söz konusu olduğunda, her zaman “kime göre” ve “kimler için” sorularını sormak gerekmektedir. (Açıkgöz, 2013b :311). İsyanın bir sonucu olarak görülen ve siyasi bir şiddet göstergesi olarak tanımlayabileceğimiz için bir terör eylemidir. Bağımsızlıktan ziyade toplumda kargaşa yaratma maksadına hizmet eden, buna maruz kalan bireylerde en üst mertebede psikolojik travma bırakmasına olanak sağlayan bir eylemdir. Bu bakış açısına göre; devletler intihar saldırıları yapan örgütlerle irtibata geçmekten ziyade, meşru müdafaa yöntemini kullanarak güç kullanmalıdır. Öte yandan diğer bir perspektif ise, intihar saldırılarının amacının topluma mesaj verme ve davranışlarıyla bireyleri etkileme olduğu inancıdır. Bu yaklaşımı benimseyenler, terörizmin toplumsal ve siyasal sorunlardan dolayı bir kişiye, gruba veya devlete beslenen düşmanca duygulardan kaynaklandığını ileri sürmektedirler. Bunlar, son yıllarda terörizmin yükselişini ise özel mesaj gönderme, kamuoyunun dikkatini çekme ve iletişim ihtiyacının artmasına bağlamaktadırlar. Terörizmle mücadele noktasında ise, güç kullanarak çözüm üretmenin mümkün olmadığını, aksine nedenlerin doğru araştırılması ve uzlaşmacı çözüm yollarının bulunması için çaba harcanması gerektiğini öne sürmektedirler (Candansayar, 2002: 377-378). Meselenin özü iki uca dayandırılmış olsa da hukuk kurallarına aykırı gerçekleşen her eylem gayrimeşru bir durumu yansıtır. Haklılık ile meşruluk arasındaki ince çizgiden çıkılması; bu eylemlerin sebepleri kendi içerisinde tutarlı veya tutarsız olarak nitelendirilse bile, günün sonunda bir şiddet öğesi barındırdığı gerçeğini değiştirmemektedir.

Sonuç

Yoğun çatışmaların, tampon bölgelerin, geçici barışın mümkün olabildiği belirli coğrafyalarda görülen ve kendini kanıtlama içgüdüsüyle yapılan intihar saldırıları, Filistin için de aynı anlama sahiptir. Yıllardır süregelen şiddetin ve çözümsüzlüğün aşırılık kısmı intihar saldırılarını doğurmaktadır. Barışın ölme ve öldürme zihniyetiyle inşa edileceği fikri, bireyler ve toplum üzerindeki en büyük baskı araçlarından biri haline gelmiştir. Başka alternatiflerin yoksunluğu, bireylerdeki çaresizlik hissinin getirdiği intikam duygusu, şiddet eylemlerinin ana halkasını oluşturmaktadır. Kolektif bir dava olarak da adlandırılan bu eylemler; toplumun her kesimine tesir etmiştir. Öyle ki verilere göre: İntihar saldırılarını yapanların %38’i üniversiteye gitmiştir veya bir diploması vardır. İçlerinden çoğu bireysel bir projede başarılı olmuştur (Hassan, 2004). Bu verilerin ışığında yapılacak olan en makul yorum, intihar saldırısı gerçekleştiren bireylerin hem bir kurumun tedrisatından geçtiği hem de uluslararası ölçüde kabul gören iktisadi standartlara sahip olmalarına rağmen bu eylemi gerçekleştirmesinde etkili olan faktörlerin dramatik kayıplar ve İsrail ile bitmek bilmeyen çatışmalardan kaynaklandığıdır. Sonuç olarak Filistin’deki intihar saldırıları, terör kavramını içinde barındırırken, tarihsel ve sosyolojik birikim ve hafızanın sonucu olarak bedenin tüketilmesi fikriyle işkillilik arz eden bir eylem biçimidir.

Nazlıcan Arslan tarafından The FEAS Journal adına hazırlanmıştır.


KAYNAKÇA

AÇIKEL, F. (1996) “Kutsal Mazlumluğun Psikopatolojisi” Toplum ve Bilim. (70) 152-196.

AÇIKGÖZ, R. (2008) “Adalet ve Özgürlük Bağlamında Türkiye’de Demokrasi”, Köprü.

AÇIKGÖZ, R. (2013) “İntihar Saldırıları: Terör mü Özgürlük Arayışı mı? Suicide Attacks: Is it Terror or Search for Freedom?Akademik İncelemeler Dergisi (Journal of Academic Inquiries) Cilt/Volume: 8, Sayı/Number: 2

BOZARSLAN, H. (2010) “Ortadoğu: Bir Şiddet Tarihi – Osmanlı İmparatorluğu’nun Sonundan El- Kaide’ye, İletişim Yayınları,1515, Araştırma İnceleme Dizisi 252, İstanbul.

CANDANSAYAR, S. (2002) “Terörizm ve Psikiyatri”, Silinen Yüzler Karşısında Terör, (Der. Cemal Güzel), Ayraç Yayınevi, Ankara.

CHEBAB, Z.(2007) “Hamas”, Çev., Bilal Çölgeçen, İstanbul: İkarus Yayınları

CRONIN, Audrey K. (2003) “Terrorists and Suicide Attacks”

http://www.fas.org/irp/crs/RL32058.pdf Son Erişim Tarihi: 10.05.2021

FISK, R. (2001) “Canlı Bomba Aramızda, ‘Küreselleşme ve Terör II’, Terörizm, Saldırganlık ve Savaş, (der) Mehmet Ali Civelek, Ankara: İmge.

FOUCAULT, M. (2003) İktidarın Gözü: Seçme Yazılar 4. Çev., Işık Erdügen. İstanbul: Ayrıntı.

HASSAN, R. (2004) “Terrorists and Their Tools- Part I”, Yale University, https://yaleglobal.yale.edu/content/terrorists-and-their-tools-part-i Son Erişim Tarihi: 10.05.2021

HEACOCK, R. (2005) “Saisir l’initiative, retrouver sa voix : l’Intifada d’al- Aqsa ou la revolte des marginalises”, Etudes Rurales,173-174, s: 55-57

KAMRAVA, M (2005), “The Modern Middle East: A political History since the First World War”, University of California, Berkeley.

SIGNOLES, A. (2006) “Le Hamas au pouvoir et epras?”, Milano, Toulouse.

ROMANİ, V. (2005) “Quelques reflexions a propos des processus coercitifs dans les territoires occupes”, Etudes Rurales, 173-174, s: 259-260

Share this article
Shareable URL
Prev Post

QUAD VE ABD-ÇİN REKABETİNE YANSIMALARI

Next Post

TÜRKİYE’NİN ENERJİ DİPLOMASİSİ, JEOPOLİTİĞİ VE EKONOMİ POLİTİĞİ

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Read next

YEMEN İÇ SAVAŞI

Yemen tarihi boyunca dış müdahalelere açık olmuş bir ülke olmakla birlikte özellikle 2015 yılından sonra…