ÖZET:
Enerji, ülkelerin hem ekonomik hem de diplomatik gücü hususunda vazgeçilmez unsurudur. Bir ülkenin doğal kaynak zenginliği kadar, jeopolitik konumu da önemlidir. Çünkü jeopolitik konum kaynağın taşınmasında ve maliyetinin azalmasında büyük bir rol oynar. Türkiye ise dünya enerji oyununda yeterli bir kaynağa sahip olmasa bile jeopolitik konumu nedeniyle önemli bir yerdedir. Fakat, bu kadar önemli bir konumda olmasına rağmen en çok bütçe açığını da enerji harcamaları üzerinden vermektedir. Bu çalışmanın amacı bu çerçevede Türkiye’nin dünya enerji oyunundaki konumunu diplomatik, ekonomik ve jeopolitik perspektiften tartışmaktır.
Anahtar Kelimeler: Enerji, Enerji Diplomasisi, Enerji Jeopolitiği, Enerji Ekonomisi, Türkiye
GİRİŞ:
Enerji canlılar için önemli bir kaynak olup aynı zamanda sürdürülebilir kalkınmanın araçlarından biridir. Yüzyıllar boyunca başta hayvan ve insan gücü kullanılmış, daha sonra da Sanayi Devrimi’nin etkisiyle kömür, petrol ve doğalgaz gibi fosil yakıtlar kullanılmaya başlanmıştır. (Alodalı& Usta:163) Bunun gibi birincil kaynaklara sürdürülebilir bir şekilde sahip olmak hem dış politika hem de iktisadi açıdan stratejik olarak önemlidir. Örneğin, Sanayi Devrimi sırasında bir kömür yatağına sahip olmak, hegemonyanın olmazsa olmazıydı. Bu kömür yataklarının yanı sıra petrol ve 1970 sonrası doğalgaza da sahip olmak, sanayileşmenin can simidi olduğu için gelişmiş ülkeler arasında stratejik önemini korumuştur. (Karabulut, 2016)
Uluslararası ilişkiler düzleminde enerji politikalarına baktığımızda karşımıza birinci olarak enerji kaynaklarının jeopolitik konumu, ikinci olarak da enerjinin ülkeler üzerindeki ekonomik etkilerinin önem arz ettiği karşımıza çıkmaktadır. Bu tartışmalar çerçevesinde ülkeler arasındaki enerji stratejisinde “kaynakların kıtlığı” önemli bir rol oynamaktadır. Bu açıdan I. Dünya Savaş’ından Libya iç savaşına kadar birçok süreçte küresel enerji denklemi, küresel güvenlik yapısı içinde kendini göstermektedir. İlk olarak 20. yüzyıl jeopolitiği Barry Buzan ve George Lawson tarafından incelenmiş, bu durum doğal kaynakların öneminin ortaya konmasında uluslararası sistemde evrim olarak tanımlanmıştır. Öte yandan enerji ve küresel yapı arasındaki ilişkiye baktığımızda Jeffrey W. Legro ve Andrew Moravcsik’ e göre, Soğuk Savaş Dönemi’nde Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) gibi süper güç olan devletlerin, enerji kaynakları açısından zengin olan Batı Asya’daki devletlere doğru hareket ederek bu konudaki politikalarını şekillendiğini, ihtiyaçlarını da bu ülkeler üzerinden karşıladığı görülmüştür. Süper güçlerin bu konudaki davranışları realist bir çerçeveden açıklanabilir. Böylece, devletlerarası kıt kaynakların dağıtımı üzerinde pazarlık oyunu gerçekleştirilir. Aynı görüşü J. Nye de destekleyerek “kaynak pazarlığının” önemli bir rol oynadığını belirtmiş, bölgelerdeki enerji arzı üzerindeki şekillendirmelerin rolünü de vurgulamıştır.
Realizmin ortaya attığı askeri güç kavramı, Soğuk Savaş döneminde sorgulanmaya başlanmış ve Neorealizmin etkisiyle askeri gücün yanı sıra rekabet, ittifak ilişkileri ile kolektif güvenlik anlayışı da ön plana çıkmıştır. Bu durumda şüphesiz enerji güvenliği de önemli bir hal almıştır (Mohapatra, 2016). Buradan yola çıkarak ABD, özellikle I. Dünya Savaşı’ndan bu yana Ortadoğu üzerinde yoğunlaşmış fakat tam olarak etkinliği II. Dünya Savaşı sonrasında 1957 Eisenhower Doktrini ile başlamıştır. Soğuk Savaş koşullarında çıkan bu doktrinin temel amacı SSCB’nin ideolojisi olan komünizmin yayılmasını önlemekti. Çünkü SSCB’nin de etkisiyle Ortadoğu’da Abdülnasır etkisiyle Arap sosyalizmi patlak vermiş ve petrol şirketleri, Süveyş Kanalı gibi unsurlar millileştirilmeye çalışılmıştı. Bu durum başta ABD olmak üzere birçok Batılı devletlerin işine gelmemişti. Bu durumu önlemek isteyen ABD, bağımsızlığını sağlamak ve korumak isteyen Orta Doğu ülkelerine ekonomik ve askeri yardım yapmak istedi. Hatta milletlerarası komünizmin kontrolü için Orta Doğu’da Çevik Kuvvet adı altında Amerikan silahlı kuvvetlerinin kullanılması ön görüldü. (Akbaş, 2011a)
1973 yılında ise, Arap- İsrail Savaşı sonucunda Arapların İsrail’e karşı toprak kaybetmeleri ve Batılı sanayileşmiş ülkelerin İsrail’e destek vermeleri, Arapların Petrol İhraç Eden Ülkeler Organizasyonu (OPEC: Organization of Petroleum Exporting Countries ) eliyle enerji arzını kısmalarına ve bunun sonucunda dünya ekonomisinde stagflasyona neden olmuştur. Bunun sonucunda hem Avrupalı ülkelerin enerji arzı güvenliği zarar görmüş hem de maliyetleri de arttığı için ekonomik olarak bir kırılma yaşamıştır. (Yılmaz& Kalkan, 2017) 1990’lara gelindiğinde ise SSCB’nin yıkılmasının da etkisiyle Neoliberalizm zaferini ilan etmiş ve küreselleşme dünya çapında sirayet etmeye başlamıştı. Böylece liberalizmin ortaya koyduğu “karşılıklı bağımlılık” kavramı kendini göstermeye başlamış ve enerji güvenliği noktasında ise Soğuk Savaş’ın güç odaklı stratejisinden ziyade, iş birliğine doğru bir evrim göstermiştir. (Furuncu& Akbaş, 2019)
Jeopolitik açıdan önemli bir konuma sahip olan Türkiye, enerji kaynakları yüzünden bütçe açıklarına sebep olsa bile, enerji kaynaklarının transiti açısından eşsiz bir konuma sahiptir. Bu çalışma kapsamında Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasal, ekonomik ve diplomatik konjonktürleri göz önüne alınarak Türkiye’nin enerji üzerindeki ekonomi politiği ve enerji diplomasisi incelenecektir.
1. TÜRKİYE’NİN ENERJİ JEOPOLİTİĞİ
Siyasi kararlar, bazen coğrafi unsurlara bağlı bir faktör olabilir. Buradan yola çıkarak, ülkelerin coğrafi değişkenlerine göre siyasal, ideolojik ve ekonomik kararlarının belirlendiği alana “jeopolitika” diyebiliriz. Jeopolitika, bir ülkenin nüfusunu, iklimini, fiziki özelliklerini ve doğal kaynaklarını içerir. Bu unsurlar dikkate alınarak ülke politikaları ve stratejileri belirlenir. (Harunoğulları, 2020: 181) Jeopolitika kavramı, ilk olarak askeri kavramlar arasında kullanılmıştır. Fakat daha sonra uluslararası ilişkiler disiplini de jeopolitik analizler yapmaya başlayarak coğrafi alandaki etkileşimleri daha iyi görmüş ve gelecek için daha iyi bir politika üretmeye başlamıştır. (Sevim, 2012: 4379)
İlk kez jeopolitik kavramını kullanan Kjellen (1905)’e göre coğrafya bir ulus devletinin uluslararası ilişkilerdeki gücünü ve rolünü açıklar. Özellikle de klasik formülasyonlarda coğrafi alan üzerinde politik ve fiziksel güç arasında nedensel bir ilişki ortaya koymuştur. MacKinder (1904)’ ın Kara Hâkimiyet Teorisi’nde jeopolitikayı büyük güç stratejilerine, askeri ittifaklara, tarihi ve coğrafi faktörlere dayandırır. Bu jeopolitik stratejiler sıfır toplamlı bir oyundur. ( Austuik& Rzayeva, 2017: 540) Kara Hâkimiyet Teorisi’ne göre, dünya denizle kaplı bir adadır. Asya, Avrupa ve Afrika bir bütündür. Geriye kalan kısım ise dünyanın uydusudur. Doğu Avrupa’dan Orta Asya ve Sibirya’ya kadar olan bölge, zengin doğal kaynaklar nedeniyle dünyanın kalbidir (heartland). Bu kalbi Batı Avrupa, Türkiye, Ortadoğu, İran, Çin gibi ülkeler ve bölgeler; iç ve kenar hilal şeklinde çevrelemektedir. İç ve kenar hilale sahip olan ülkeler, “heartland”a sahip olup dünyanın %90’ına hükmetmektedir. (Özey, 2017) Bu sebeple, jeopolitiği jeoekonomik ve jeostratejik unsurların oluşturduğunu söylemek yanlış olmaz. Jeostrateji daha çok askeri bir kavram olarak açıklanırken; jeoekonomi kapasite, idari yeterlilik, teknolojik gelişme çerçevesinde devletlerarasındaki kaynak dağılımıdır. Bu kaynakların kimin tarafından kontrol edildiği, maliyeti, fiyatı ve bağımlılığın ölçeği jeopolitik role göre belirlenir. (Austuik& Rzayeva, 2017). Bu jeoekonomik kaynakların içinde enerji kaynakları da vardır. Enerji jeopolitiği, enerji kaynaklarının taşımacılığını, rezerv alanlarını ve arzının stratejik olarak kullanımını politik ve askeri bir çerçevede inceler. Enerji ve jeopolitika birbiriyle bağlantılı bir şekilde değişim gösterir. Bu değişimler rezervlerle, ülkelerin enerji talepleriyle ve teknolojik değişimlerle ilişkili olarak kendini gösterir. Enerji jeopolitiği fosil kaynakların kıt olmasından dolayı küreselleşme ile 1990’lardan sonra önem arz etmeye başlamıştır. Aynı zamanda SSCB’nin de çöküşüyle Avrasya da itibarsızlaşmaya başlayınca İran, Türkiye, Çin gibi aktörler de bölgeyi yeniden tanımlamaya başlamıştır. Öte yandan petrol rezervlerinin %65’i, doğal gaz rezervlerinin %49’u Kuzey Afrika ve Orta Doğu bölgesinde bulunmaktadır. Bu yüzden, bu kaynakların sevkiyatı ve güzergâhı da Orta Doğu ve Kuzey Afrika enerji arz güvenliği açısından önemlidir. Türkiye’nin de enerji sevkiyatı ve taşımacılığı açısından jeopolitik ve jeostratejik avantajlarını görmekteyiz. Çünkü Türkiye konumu itibariyle Hazar, Akdeniz, Orta Doğu, Balkanlar ve Avrupa’yı birbirine bağlayan bir köprü görevindedir. Türkiye’nin bu konumu MacKinder’ın Kara Hâkimiyet Teorisi’ne göre, iç hilal bölgesindedir. Bu yüzden de Avrasya gibi doğal kaynak bakımından zengin olan bölgelere yakın olduğu için, Türkiye dünyanın merkezine açılan bir kapı olarak görülür. Öte yandan da Orta Doğu, Balkanlar, Kafkasya gibi önemli bölgelerin ortasında bulunan Türkiye, Kuzey- Güney ve Doğu- Batı ekseninde terminal ve merkez olma özelliğini taşır. Türkiye’nin bu özelliği; Orta Doğu, Kafkasya ve Orta Asya’dan Avrupa’ya Enerji taşımacılığında transit ülke olmasını sağlayan, stratejik bir değerdir. (Sevim, 2012; Harunoğulları, 2020)
2. TÜRKİYE’NİN ENERJİ GÜVENLİĞİ VE TİCARETİ
Günümüzde, tüm ülkelerin en önemli hedefi sürdürülebilir ekonomik büyümeyi sağlamaktır. Enerji, sürdürülebilir büyümenin tüm ekonomik ve sosyal yönleriyle yakından ilişkili oldüğu gibi aynı zamanda da iç ve dış politikaların şekillenmesinde önemli bir parametredir. Enerjiye ekonomik faaliyetler açısından baktığımızda, üretim sürecinde en önemli girdilerinden birisi olduğu için refah düzeyinin en önemli belirleyicisi konumundadır. Buradan da enerji ile bir ülkenin gelişmişlik düzeyini nedensellik çerçevesi içinde açıklayabiliriz. Toplumların gelişmişlik seviyesi, talep edilen kaynak ve miktarlarına göre şekillenir. Çünkü bu kaynakların türleri ve miktarları nüfusun tüketim alışkanlıklarını, teknolojik gelişmişliği, kentleşme ve sanayileşme seviyesini gösterir. Bu açıdan ulusal düzeyde sağlıklı ve sürdürülebilir ekonomik büyümenin sağlanması ve bireysel düzeyde refah ve yaşam kalitesinin arttırılması için üretimin istikrarlı bir şekilde sürdürülmesi ve artırılması gerekmektedir. İstikrarlı bir ekonomi oluşturmak için enerji kaynakları gerekli olsa da, bu gereksinimleri zamanında ve kesintisiz bir şekilde sağlamak için arz güvenliğini de sağlamak gerekir. Arzın bozulması durumunda, enerji girdilerinin yetersizliği üretimde azalmaya, refahın azalmasına ve tutarlı büyümenin sağlanamamasına neden olabilir. Bir ekonomi herhangi bir enerji arzına bağımlı hale geldiğinde, bu arzın azaltılması, tükenmesi veya kesintiye uğraması gibi potansiyel kesintileri önlemek için harekete geçmek ekonomik, sosyal ve politik istikrarı sağlamak için hayati öneme sahiptir. (Çalışkan, 2009: 297; Esen, 2016: 281; Adaçay, 2014: 88)
Türkiye enerji açısından dışa bağımlı bir ülke olduğu için enerji güvenliği Türkiye için önemli bir hale gelmiştir. Çünkü Türkiye’de kişi başına enerji tüketimi gelişmiş ülkelerden düşük olsa bile, enerji talebi artmaya devam etmektedir. Bu durumda enerji talebinin dış kaynaklardan karşılanması, enerji kıtlığına sebep olmakta ve enerji güvenliği konusunu ortaya çıkarmaktadır. Türkiye’nin enerji kaynaklarının kıt olması ve bundan dolayı üretim maliyetlerinin artması enerji güvenliğini olumsuz etkilemektedir. Petrol, taşkömürü, linyit, doğal gaz, hidrolik ve jeotermal enerji, rüzgar enerjisi, gelgit ve dalgalardan elde edilen enerji, nükleer enerji, güneş enerjisi, odun, hayvan ve bitki atıkları gibi herhangi bir değişim ya da dönüşüm işlemine uğramamış hali birincil enerjidir. Elektrik, kok kömürü, havagazı ve sıvılaştırılmış petrol gazı (LPG) gibi dönüştürülmüş enerjilerse ikincil enerjidir. British Petroleum (BP)’nin 2007’deki Türkiye’de birincil enerji tüketiminde kaynakların payları verilerine göre, petrol ve doğalgazın payları %31, kömürün payı % 30 ve hidroliğin payı %8’dir ve bu kaynakların üretimindeki hammaddeler genellikle dışarıdan ithal edilir. Bu ithalatlar, %63 Rusya Federasyonu, %17 İran, %4 Azerbaycan , %4 Nijeya %9 Cezayir üzerinden gerçekleştirilir.2000-2015 yıllar arası döneme bakıldığına bu ithalat oranlarının ülke bütçesi için ne kadar maliyetli olduğu görülebilir.
Yıllar | Yıllık Yerli üretim (Bin TEP) | Toplam Enerji Talebi (Bin TEP) | Yerli üretimin karşılama oranı (%) | Toplam Enerji ithalatı (Bin TEP) | Dışa Bağımlılık Oranı (%) | Cari Açık (Milyar $) |
2000 | 26.456 | 79.428 | 34,05 | 55.081 | 65,95 | -9,920 |
2005 | 24.235 | 88.672 | 28,42 | 70.813 | 71,58 | -20.98 |
2010 | 31.558 | 105.888 | 30,38 | 84.606 | 69,62 | -44.616 |
2015 | 30.936 | 129.139 | 24,80 | 112.798 | 75,20 | -32.109 |
Bu oranlarda petrol ile doğalgazın payı oldukça büyüktür. Bunun ana sebebi, ülkemizdeki birincil enerji kaynaklarının, dünya rezervleri ile karşılaştırıldığında kalite ve miktar açısından oldukça düşük seviyede kalmaktadır. Bu durumda da bütçe açıkları giderek artmaktadır. 2010- 2015 arasındaki bütçe açığının düşmesinin sebebi 2008 Krizi ve Arap Baharıdır. Çünkü, hem petrol fiyatları düşmüş hem de enerjiye olan talep azalmıştır (Gökçe& Erol,2020: 108-110; Çalışkan, 2009: 298-305).
3. TÜRKİYE’NİN ENERJİ DİPLOMASİSİ
Enerji diplomasisi, devlet ya da küresel bir şirketin, enerji kaynakları ile enerji piyasası arasındaki çıkarlarını gösterdiği düşünce ve davranışların bütünüdür. Amerika Birleşik Devletleri’nde 1839’da açılan ilk ticari petrol kuyusundan çıkarılan petrolün keşfi sonucunda ve otomobil sektörünün önem kazanmasıyla enerji diplomasisi de uluslararası ilişkilerdeki yerini almıştır. Öte yandan I. Dünya Savaşı sonrası İngiltere’nin Ortadoğu’ya yerleşmesi, II. Dünya Savaşı sonrası Soğuk Savaş, 1950’li yıllarda Arap milliyetçiliği ve sosyalizmi etkisiyle petrol şirketlerine yapılan millileştirilmeler, OPEC’in kurulması 1973 Petrol Krizi, IEA’nın kurulması, küresel ölçekli petrol şirketlerini küreselleşme etkisiyle yükselişe geçmesi SSCB’nin dağılması, Körfez Savaşı ve 11 Eylül gibi faktörler de enerji diplomasisi için önemli süreçler olmuştur.
Türkiye’nin enerji diplomasisine baktığımız zaman üç temel ilkeye odaklanmıştır. Bunlar;
- Kazan- kazan ilkesine uymak,
- Türkiye’nin ve bölgenin arz güvenliğin katkı sağlamak ve
- Bölgesel barışa destek olacak tüm projelerle ilgilenmektir.
Bu gibi politikalarını gerçekleştirmek ve bu doğrultuda mevcut cari açıklarını kapatmaya çalışarak. Enerji çeşitliliğini artırmak isteyen Türkiye bölgesel olarak ikili ve çoklu anlaşmalarda bulunmuştur. (Alodalı& Usta, 2017: 164-166).
Örnek verecek olursak, ikili ilişkiler bazında Türkiye- Azerbaycan arasında Trans Anadolu Doğal Gaz Boru Hattı (TANAP) Projesi gerçekleştirilmiştir. Hazar gazının Avrupa’ya ulaşması için önemli bir süreç başlamıştır. TANAP Projesi ile ilk etapta Azerbaycan gazının Avrupa’ya gönderilmesi ardından başta Türkmen gazı olmak üzere, diğer Hazar gazlarının Avrupa’ya ulaştırılması amaçlanmıştır (Erdoğan, 2017). Çoklu anlaşmaya örnek ise, 2015’teki G20 Enerji Bakanları zirvesi olabilir. Türkiye başkanlığındaki bu zirvede, herkes için enerjiye erişim, enerji verimliliği, verimsiz fosil yakıt, verimsiz fosil yakıt ve yenilenebilir enerji sübvansiyonları, piyasaların şeffaflığı, verimsiz fosil yakıt sübvansiyonları konuları ele alınmıştır. Ayrıca özellikle Sahra altı Afrika’daki enerji yatırımlarının ve somut projelerin iyileştirilmesine odaklanan ve temiz enerjiye dair tartışmalar toplantıda yer aldı. (Kapsayıcı Enerji İşbirliği ve G20 Enerjiye Erişim Eylem Planı, 2015)
Son yıllarda Doğu Akdeniz ve Karadeniz’de yapılan aramalar Türkiye’nin enerji arz güvenliğine ve diplomasisine yeni bir soluk getirmiştir. Doğu Akdeniz’de Mısır Lübnan, Suriye ve İsrail ile doğalgaz rezervlerinin çıkartılıp Avrupa pazarına taşınması için Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) anlaşmaları yapmaya başladı. 2019’da Kahire’de bir araya gelen Kıbrıs, Yunanistan, İsrail, İtalya, Ürdün, Filistin ve Mısır, Doğu Akdeniz Gaz Forumu’nu kurduklarını ilan ederek East-Med adlı bir boru hattı projesini hayata geçirmek istedi. Fakat ilan edilen tek taraflı MEB antlaşmaları Türkiye’nin ve KKTC’ nin varlığını göz ardı etmektedir. Bunun üzerine Türkiye, Birleşmiş Milletler (BM) nezdinde, kendisinin içinde olmadığı hiçbir MEB anlaşmasını tanımayacağını ilan ederek Libya ile mutabakat imzalayarak Doğu Akdeniz’de varlığını hissettirmiştir (Eriş, 2019;Tuna, 2020).
SONUÇ:
Enerji hem ekonomik hem de diplomatik güç açısından önemli bir konudur. Genellikle Dünya Savaşları, Ortadoğu’daki karışıklıklar ve Kafkasya’daki istikrarsızlıklar gelişmiş ülkelerin enerji hesaplaşmaları üzerinden gerçekleşir. Türkiye jeopolitik konumu itibariyle enerji arz güvenliği açısından önemli bir yerdedir. Hem Kafkasya’ya, Ortadoğu’ya olan yakınlığıyla hem de Asya ve Avrupa arasında köprü görevinde olması, dünya enerji diplomasisinde Türkiye’yi olmazsa olmaz hale getiriyor. Türkiye ise üzerine düşeni yaparak bölgesel ve küresel biçimde gerekli görüşme ve anlaşmaları yaparak hem enerji güvenliğinin teminatı olmaya çalışıyor hem de bölgesel barışı tesis etmeye çalışıyor. Fakat bu kadar olumlu bir konuma sahip olan Türkiye, en çok cari açığını enerji harcamaları üzerinden veriyor. Türkiye’nin burada yapması gereken şey, tek bir kaynak ve ihracatçı ülkeye bağımlı kalınmaksızın enerji çeşitliliğini artırmaktır. Bununla beraber, Doğu Akdeniz’de ve Karadeniz’de yapılan arama çalışmalarında gerekli diplomatik görüşmeler devam etmeli ve kazan- kazan ilkesi çerçevesinde ve iş birliğine dayalı bir şekilde enerji diplomasileri yürütülmelidir.
İlkem Karahüseyinoğlu tarafından The FEAS Journal adına hazırlanmıştır.
KAYNAKÇA:
Adaçay, F. R. (2014). Türkiye İçin Enerji ve Kalkınmada Perspektifler. Aksaray Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 87-103. Retrieved from: http://aksarayiibd.aksaray.edu.tr/tr/pub/issue/22547/240967
Akbaş, Z. (2011). ABD‘nin Ortadoğu Politikalarının Sürdürülebilirliği ve Ortadoğu‘da Güç Mücadelesi. International Journal of History Akademic Journal, 1-18. http://dx.doi.org/10.9737/hist_373
Akbaş, Z., & Furuncu, Y. (2019). NEOLİBERAL TEORİ EKSENİNDE KÜRESELLEŞMENİN TÜRKİYE’NİN ENERJİ POLİTİKALARI ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ: ENERJİ TİCARETİ BOYUTU. Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, 1724 – 1741. https://doi.org/10.17755/esosder.548997
Alodalı, M. F., & Usta, S. (2017). Enerji Diplomasisi ve Türkiye. KMÜ Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar Dergisi, 163-168. https://doi.org/10.18493/kmusekad.400803
Austik, O. G., & Rzveya, G. (2017). Turkey in the geopolitics of energy. Science Direct, 540-547. 10.1016/j.enpol.2017.05.008
Balat, M. (1998-2011). Security of energy supply in Turkey: Challenges and solutions. Science Direct, 2010. https://doi.org/10.1016/j.enconman.2010.02.033
Çalışkan, Ş. (2019). Türkiye’nin Enerjide Dışa Bağımlılık Ve Enerji Arz Güvenliği Sorunu. Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Degisi, 297-310. https://dergipark.org.tr/tr/pub/dpusbe/issue/4767/65566
Erdoğan, N. (2017). TANAP Projesinin Türkiye ve Azerbaycan Enerji Politikalarındaki Yeri ve Önemi. Ömer Halisdemir Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 10-26. https://doi.org/10.25287/ohuiibf.319259
Eriş, Ö. Ü. (2019). Doğu Akdeniz Enerji Denkleminde Türkiye’nin yeri. EURO Politika, 17-21. Retrieved from https://dergipark.org.tr/tr/pub/europ/issue/60585/892207
Esen, Ö. (2014). Security of the Energy Supply in Turkey: Prospects, Challenges and Opportunities. International Journal of Energy Economics and Policy, 281-289. https://www.researchgate.net/publication/301679045_Security_of_the_Energy_Supply_in_Turkey_Prospects_Challenges_and_Opportunities
Gökçe, C., & Erol, M. (2020). Türkiye’de Tasarruf Açığı ve Enerji Açığının Ekonomik Büyüme ile İlişkisi: Nedensellik Analizi. Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 102-122. https://dergipark.org.tr/tr/pub/dpusbe/issue/53850/642213
Harunoğulları, M. (177-211). Enerji Dağıtım Merkezi Perspektifinden Türkiye’nin Enerji Jeopolitiği. TÜRKİYE’NİN ENERJİ JEOPOLİTİĞİ, 2020. https://doi.org/10.19059/mukaddime.550689
Karabulut, B. (2016). Enerji Güvenliğine Küresel Ölçekte Bir Bakış. Savunma Bilimleri Dergisi, 16-54. https://www.researchgate.net/publication/322069434_ENERJI_GUVENLIGINE_KURESEL_OLCEKTE_BIR_BAKIS
Mohapatra, N. K. (2017). Energy security paradigm, structure of geopolitics and international relations theory: from global south perspectives. GeoJournal, 82(4), 683-700. https://link.springer.com/article/10.1007/s10708-016-9709-z
Özey, R. (2017). MACKİNDER’İN HEARTLAND TEORİSİ’NİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ. Marmara Coğrafya Dergis, 95-100. https://doi.org/10.14781/mcd.291163
Sevim, C. (2017). KÜRESEL ENERJİ JEOPOLİTİĞİ VE ENERJİ GÜVENLİĞİ. Journal of Yasar University, 4378 – 4391. https://dergipark.org.tr/tr/pub/jyasar/issue/19138/203089
Tuna, F. (2020). Türk Dış Politikasında Realist Yaklaşım: Türkiye’nin Doğu Akdeniz ve Libya Politikası. Uluslararası Hukuk ve Sosyal Bilim Araştırmaları Dergisi, 74-87. https://dergipark.org.tr/tr/pub/uhusbad/issue/54604/746781
Yılmaz, S., & Kalkan, D. K. (169-199). ENERJİ GÜVENLİĞİ KAVRAMI: 1973 PETROL KRİZİ IŞIĞINDA BİR TARTIŞMA. Uluslararası Kriz ve Siyaset Araştırmaları Dergisi, 2017. Retrieved from https://dergipark.org.tr/tr/pub/uksad/issue/33359/371272
İNTERNET KAYNAKLARI:
G20 Energy Ministers agreed on Inclusive Energy Collaboration and G20 Energy Access Action Plan in their first ever meeting in Istanbul. (2015). G20 Turkey 2015: http://g20.org.tr/g20-energy-ministers-agreed-on-inclusive-energy-collaboration-and-g20-energy-access-%E2%80%8Baction-plan-in-their-first-ever-meeting-in-istanbul/ adresinden alınmıştır