ULUSLARARASI İLİŞKİLER TEORİLERİ BAĞLAMINDA İNSAN HAKLARI KUŞAKLARININ İNCELENMESİ

Özet

Modern anlamda insan hakları kavramının II. Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan Birleşmiş Milletler ile ortaya atıldığı varsayılır. Fakat insan hakları kavramı çok daha önceye dayanır. Felsefi açıdan sofistler tarafından ortaya atılan ve doğa hukuku ile anılan insan hakları kavramı daha sonra birçok devrimin temelini oluşturmuştur. İnsan hakları, genel manası ile dünyadaki tüm insanların doğuştan sahip olduğu hak ve özgürlükleri kapsar. İnsan hakları çerçevesinde birçok farklı kuram ve teori ortaya atılmıştır. Doğal hukuk kuramı ve pozitif hukuk bunlardan biridir. Doğal hukuk kuramı, pozitif hukuk kuramının tersine, hak ve özgürlüklerin toplumlar veya devlet tarafından oluşturulduğunu değil; insanların bunlara doğuştan sahip olduğunu savunur. Bu çerçevede insan hakları tarihini incelediğimizde akademisyenler, insan haklarını üç kuşak halinde ifade eder. Ayrıca bu yazının sonunda Türkiye ve kadın hakları ile ilgili ufak bir alan ayrılmıştır.

Anahtar İfadeler: İnsan hakları, kadın hakları, özgürlük hareketleri, uluslararası ilişkiler teorileri.

İnsan Hakları Kuşakları 

Birinci kuşak temel hak ve özgürlükleri; yaşama hakkı, mülkiyet hakkı olarak sayabiliriz. Liberalizmin kurucularından olan John Locke’a göre insanlar doğa durumunda iken oldukça özgür ve mutluydular; fakat doğa durumundaki eksiklik doğal hakları ihlal eden birinin nasıl cezalandırılacağıydı. Bu eksiklikten dolayı toplum, bir sözleşme ile siyasi bir yapı, yani devleti kurarak ihlallere sebebiyet verenlerin adil bir şekilde cezalandırılması gerektiğine karar kıldı. Bu sayede birinci kuşak denilen hak ve özgürlükler, siyasi bir yapı olan devlet ile koruma altına alınmış oldu. Liberalizm anlayışı, burjuvaların aristokratlara karşı verdiği mücadelede fikir kaynağı olmuştur. 1215 yılında feodal beyliklerin İngiliz Kralı’na karşı verdiği mücadelede imzalanan Magna Karta Libertatum, İngiliz Parlamentosu’nun İngiliz Kralı’na imzalattığı Haklar Dilekçesi (Petition of Rights), Büyük Uyarı (The Great Remontrance), Habeas Corpus Act, Amerikan Devrimi ve 1789 yılında gerçekleşen Fransız İhtilali, birinci kuşak haklar için verilen mücadelelere örnektir. Fakat Fransız İhtilali ve sonrasında imzalanan Fransız Bildirgesi diğerleri gibi ulusal değildir; bu bildirge evrensel bir niteliğe ulaşmış ve neredeyse tüm dünyada birinci kuşak hakları savunma dürtüsüne neden olmuştur. Burjuvanın aristokrat kesime karşı verdiği mücadelede kullandığı ilkeler, daha sonra işçi sınıfının burjuvaya isyanı sırasında da kullanılmıştır. 

İkinci aşama, 19. yüzyılın ikinci yarısında sosyalist akımların da etkisiyle gelişen ekonomik, sosyal ve kültürel nitelikli hakların ortaya çıkışıdır. Bir diğer değişle ikinci kuşak haklardır. Bu aşamada, insanın özgür sayılması yeterli değildir; insan, pratikte de gerçekten özgür olmalıdır. Daha sonra meydana gelen Marksizm, zamanın özgürlük anlayışını eleştirmiş, soyut ve biçimsel bulmuş ve halk için yetersiz gelen bu özgürlük anlayışının değişmesi gerektiğini anlatmıştır. Birinci kuşak haklar insanları özgürleştirmemektedir. İkinci kuşak hakların yerine getirilmemesi halinde tek başına birinci kuşak hakların bir anlamı olmayacaktır. Örneğin; bireyin mülk dokunulmazlığı hakkı olmasına karşın bir mülkünün olmaması birey bakımından bu hakkı işlevsiz kılacaktır. Sosyal ve ekonomik yetersizlikleri olan insanlar özgürlüklerini kullanabilme olanağından yoksundur (Şişman, 2005).

Üçüncü kuşak haklar; kolektif niteliği ağır basan haklar olmaları nedeniyle ‘dayanışma hakları’ olarak adlandırılmaktadır.20. yüzyılın ikinci yarısında dayanışma haklarının anayasalarda yer almaya başlamasıdır. Bu haklar insanın, yaşadığı çevreyle barışık; doğal, sosyal, ekonomik ve kültürel bütünlük içinde olması ve bu denge içinde varlığını devam ettirmesi gereğine inanan görüşe dayanmaktadır (Şahin, 2009). Böylece ulusların sosyal, kültürel, ekonomik kaynaklarını korumaya ve geleceklerini belirlemeye ilişkin barış hakkı, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşam hakkı, tarihini bilme ve sahip çıkma hakkı ve doğal kaynaklardan ekonomik biçimde yararlanma hakkı da bu bölüme dahil olmaktadır. 

Küreselleşmenin İnsan Hakları Üzerindeki Etkisi

Küreselleşme genel manası ile ekonomilerin ve toplumların iletişim teknolojisi sayesinde siyasal, toplumsal ve kültürel açıdan bütünleşmesidir. Ancak küreselleşme sürecinde insan hakları, yeni liberal politikaları destekleyecek biçimde yüceltilirken işçiler ve emekçiler ekonomik ve toplumsal alanda kazanılmış haklarını kaybetmeye başlamıştır (Şahin, 2009). Küreselleşme sürecinde, devletin ekonomik ve toplumsal yaşamdaki yeri köklü biçimde değişmiş ve eskiden ekonomik ve toplumsal hak olarak sunulan birçok kamu hizmeti özelleştirilmiştir. Yurttaşlar müşteri olarak algılanmaya başlanmıştır. Yine de insan haklarını korumaya yönelik birçok bildiri ve anlaşma imzalanmıştır. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Bildirgesi ve bu bildirge doğrultusu ile hazırlanan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi önemli örneklerdendir. Diğer sivil toplum kuruluşları da insan hakları üzerine oldukça yoğunlaşmıştır. 

Fakat ne kadar çok bildirge ve buna benzer belgenin imzalanmış olduğundan bağımsız olarak burada önemli olan bu bildirgelerin uygulanmasını sağlayacak güçlü bir uluslararası platforma veya dayanağa sahip olmaktır. Ya da ülkeler, bu bildirgelere uymadığında ağır yaptırımlarla karşı karşıya geleceğini bilmelidir. Bununla birlikte şu an dünyada bunu sağlayabilecek herhangi bir uluslararası araç yoktur. Tüm bu nedenlerden dolayı, benim fikrimce, insan hakları aktif hareketler sonucunda kazanılabilecek olgulardandır. Devletler, insan hakları konusunda karşılarında sıklıkla sessiz vatandaşlar gördüklerinde onların haklarını ihlal etme yolunu seçebilir. İşte bu noktada vatandaşların birlikte bir hak mücadelesi vermeleri gerekir. Yönetenlerin yönetilenleri düşünmediği ve her alanda toplumun haklarını kısıtlamaya yöneldiği, üstelik bunu yaparken toplumun yararını tamamen bir kenara ittiği ortamlarda ne insan haklarından ne de demokrasiden söz edilebilir (Kenğer, 2014). Çünkü eğer bir toplum yapılan hak ihlallerine ve özgürlüklerin ellerinden alınmasına göz yumarsa daha sonra girişilen mücadelelerde çok daha fazla kayıplar verilebilir. Arap Baharı ya da Suriye’de yaşanılanlar buna örnek gösterilebilir. Ayrıca, uzun zamandır Türkiye’nin büyük bir sorunu olan kadın hakları meselesine de değinmek gerekmektedir. Tüm dünyada oldukça problemli olan bu konu, Türkiye’de ayrı bir yere sahiptir. Türk kadını hem kültür hem de inanç bakımından, Batılı hemcinslerine göre pek fazla mücadele etmesine gerek kalmadan bazı haklara ve ayrıcalıklara sahip olmuştur. Bu durum son yıllarda tersine dönmektedir. Batı dünyasının tersine, Türk kadını hem önemini ve sosyal yaşamdaki statüsünü kaybediyor hem de tarihi süreçte bu konuda gerçek bir mücadele içerisinde bulunmadığı için ne yapacağını kestiremiyor. Bu yazıyı yazarken 18 yaşındaki bir genç kızın cinsel istismara uğramasını kaldırmaması nedeniyle kendisini 15. kattan atmasının haberini okuyorum. Bu sürece bir şekilde dur demeli ve Türk kadını olarak artık bize hak verilmesini talep etmek yerine hakkımızı almayı bilmeliyiz.

Sonuç 

Sonuç olarak insan hakları 2500 yıl önce de şimdi de toplumların en önemli sorunlarından olmuştur. Birçok filozof ve akademisyen bu konu hakkında birçok kuram ve fikir ortaya atmıştır. Uluslararası ilişkiler teorileri de insan hakları konusu ile oldukça yakından ilgilenmişlerdir. Yukarda bahsettiğim üzere 3 kuşak insan hakları vardır. Birinci kuşak insanın temel ihtiyaçlarını içeren hak ve özgürlüklerdir. Bu kuşak haklarda insanın yaşamasını sağlayan unsurlara dikkat çekilmiştir ve bunları korumak için çaba sarf edilmiştir. Gelişen ve değişen dünya ile birinci kuşak hakları artık yeterli gelmemiştir ve ikinci kuşak haklar bu eksiklikten doğmuştur. İkinci kuşak haklar insanın yaşamak için gerekli şartların ötesinde sosyal, kültürel ve ekonomik olarak da haklara sahip olmasını dile getirmiştir. 

Üçüncü kuşak haklar ise ikinci kuşak hakların daha gelişmiş halini kapsar. Artık işin içine çevre, tarih ve kültürel miras da girmiştir. Dayanışma hakları olarak da bilinen bu kuşak haklar insanların haklarını birey olarak değil de toplum olarak ele alır. İnsan hakları kavramı oldukça irdelenmesi ve üzerinde durulması gereken, ince çizgileri olan bir konudur. Tüm toplumun bu konuda aynı hassasiyeti göstererek hem kendisi hem de tüm dünya vatandaşları için haklarını koruması ve sahip çıkması gerekir.


KAYNAKÇA
  • Şişman, Y. (2005). Uluslararası Çalışma Normları by Anadolu Üniversitesi 
  • Şahin, Y. E. (2009). Küreselleşme ve İnsan hakları İzmir: DEUHYO 174-178
  • Kenğer, M. C. (2014). İnsan Hakları ve Tarihsel Gelişimi, Erişim Adresi: http://www.kirklarelibarosu.org.tr/Print.aspx?ID=25252
Share this article
Shareable URL
Prev Post

HAK VE ÖZGÜRLÜKLER HAREKETİ (HÖH) VE TÜRKİYE İLİŞKİLERİ

Next Post

TÜRKİYE’DE KÖY ENSTİTÜLERİ

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Read next