Özet
Toplumsal cinsiyet eşitliği geçmişten günümüze büyük bir sorun olarak kalmaya devam ediyor. Bu soruna karşı dünya genelinde bir ilerleme olsa da 21. yüzyılda bile küresel anlamda cinsiyet eşitsizliği mevcut. Bu eşitsizlik oranının daha belirgin olduğu Orta Doğu’da ise ev içi şiddet, ev işlerinin eşit paylaşılmaması, cinsel şiddet gibi sorunlar zaten var olmakla birlikte pandemi bunu daha da derinleştirdi. Bu çalışma kapsamında geçmişten günümüze kadınların bölgedeki konumu ve yeri incelenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Arap Baharı, Cinsiyet Eşitliği, Feminizm, Orta Doğu, 11 Eylül.
Giriş
Orta Doğu’da cinsiyet eşitsizliği ile ilgili sorunları incelemek için tek bir kıstas temel alınmamalı. Aynı ülke içinde bile kadınların statüsünün değişimi dini kimlik, etnik kimlik gibi etkenlere göre değişebiliyorken, farklı devletlerde ve bölgelerde de birçok ölçüt devreye girmiştir. Değişik kültürlerin ve dinlerin etkin olduğu bu bölgede ulusal, kültürel, etnik ve dini koşullar da hesaba katılmalıdır. Orta Doğu’da 1. Dünya Savaşı’ndan sonra Osmanlı’nın yıkılması ile ulus-devlet statüsüne geçiş kadın haklarını yakından ilgilendirmekle beraber sonrasında yaşanan devletlerarası ve iç savaşlar, göç, küreselleşme ve isyanlar da kadınların yerinin belirlenmesinde etkili olmuştur. “11 Eylül saldırısından sonra zirveye ulaşan İslam fobisi, Ortadoğu’ya ilişkin arzuların ve korkuların yeni bağlamlarda, yeni söylemler içinde ifade edilmesiyle birleşti. Bu yeni bağlamın en belirgin teması, ‘gericiler tarafından kapatılan kadınların özgürlüklerine kavuşturulması’ idi.” (Bora,2008). Dünya Ekonomik Forumu’nun 2021 Küresel Cinsiyet Endeksi’ne göre Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde, diğer bölgelere ve devletlere kıyasla toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması için gereken süre tam 142,4 yıl. (WEF, 2021). İstihdam, eğitime erişim, ekonomiye katılım, sağlık, siyasi olarak varlık gösterme gibi etkenler incelendiğinde kadınların yeri diğer bölgelere göre oldukça geride kalmış durumda. Aynı raporda Orta Doğu’da cinsiyet eşitliği oranının çoktan aza doğu sıralanışına bakıldığında İsrail 60, Birleşik Arap Emirlikleri 72, Tunus 126, Mısır 129, Lübnan 132, Türkiye 133, Suudi Arabistan147, İran 150. sırada ve liste bu şekilde devam ediyor. (WEF, 2021). Arap Baharı sürecinde veya sonrasında tüm dikkatler Orta Doğu’ya çevrilmiştir. Bu bağlamda yaşanan olayların kadınlara etkisi ve kadınların olaylara etkisi de vardır.
Kronolojik Bakış
Orta Doğu’da modernleşme ve kadının rolünü 3 dönemde incelemek mantıklı olacaktır. İmparatorluktan ulus devlete geçiş süreci olan 1920 -1990 arası dönemde medeni kanunda bazı modernleşmeler yapıldı. Kadınlar için yapılan yenilikler ülkenin medeniyet seviyesini gösterir hale geldiğinden reformlar önemli bir yere sahip oldu. Kadının eğitim ve iş hayatına teşviki, seçme ve seçilme hakkının tanınması, Mısır Feministler Birliği gibi feminist örgütlerin gündeme gelmesi bu dönemde yaşandı. Buna rağmen bazı istisnalar da yaşandı. İran’da Pehlevi Hanedanı’nın ilk dönemlerinde kadınların hakları arttırıldı, Beyaz Devrim ile kadınlar seçme ve seçilme hakkına kavuştu ancak toplum zihniyetinde bir reform yapılamadığı için toplum baskıları ve siyasi baskılar sürmeye devam etti. “Ulusun erkek oluşu ile vatanın kadın oluşuna sıkı sıkıya bağlı olan bir kavram da namustu. Kökleri İslam düşüncesinde bulunan namus kavramı, milletin dinsel bir cemaatten milli bir cemaate dönüşmesiyle birlikte dinsel anlamından (namus-i İslam) koparılarak milli bir anlam kazanmıştır (namus-i İran). Kadının iffeti (ismet) fikri ile İran’ın bütünlüğü arasında gidip gelen namus gerek kadının iffetini gerekse de İran’ı erkeğin sahiplenmesine ve korumasına tâbi kıldı. Cinsel namus ile milli namus, karşılıklı olarak birbirlerinin oluşturucusu olmuştu.” (Najmabadi, 2000). Ünlü tarihçi Afsaneh Najmabadi bu sözleri ile namusun İslami içerikten milli içeriğe kaydığını vurgulamak istemiştir. Mısır’da ise siyasi seçkinlerin eşlerinin aktif rol oynadığı kadının özgürleşme düşüncesi hareketleri ile İngiliz işgaline karşı verilen mücadele iç içe geçti. “Kahire’de büyük bir miting düzenleyen kadınlar, bir yandan Wafd partisinin kadın kollarını oluştururken, diğer yandan bağımsız bir feminist örgütlenme olan Mısır Feministler Birliği’ni kurdular.” (McCarthy, 2001). Nasır döneminde Mısır’ın cumhuriyet rejimine geçmesi ile laik hukuk sistemi ve istihdama teşvik gündeme geldi. Irak’ta Baas rejimi çok gaddar ve otoriter olmasına karşın kadınlara kariyer yapma, sivil hayata katılım, eğitim hizmetleri gibi yenilikler verdi. Bu modernleşmeye rağmen hala toplumsal cinsiyet eşitsizliği aşılamadı ve kadın yine ikinci konumda kaldı. Siyasi hareketler içinde kadınların rolünde 1980’lerle birlikte küresel bir artış yaşandı ve toplumsal hayatta kadın hareketleri aktif hale geldi. Kadınlara, Türkiye 1934’te; Mısır, Lübnan, Suriye, Tunus 1950’lerde; Cezayir, İran, Libya, Fas, Yemen 1960’larda; Ürdün 1974’te; Irak 1980’de; Suudi Arabistan ise ‘şer’i kurallar çerçevesinde’ 2011’de seçmen ve 2015’te aday olarak seçimlere katılma hakkını tanıdı. Bu modernleşme çabalarına rağmen kadınlar yine hukuki hakları ve statüleri için toplumun yapı taşını birey değil, aile olarak gören ataerkil devlet ile pazarlık yapmaya devam ettiler. “Toplumda var olan ataerkillik, ‘erkeğin yönetimi’ anlamına gelen, daha geniş anlamında aileden başlamak üzere tüm hayatı saran bir yapı oluşturmaktadır.” (Heywood, 2013). “Bu durum ile bağlantılı olarak toplumsal cinsiyetin yarattığı ve dayattığı roller, kadın ve erkeğin özgürlük ve varlık alanlarını belirlemektedir.” (Özcan, 2020). Yasaların uygulanışlarına ve etkilerine bakıldığında yetersiz olan bu dönem tepeden inme, devlet eliyle yapılan reformlar yüzünden ‘Devlet Feminizmi’ olarak da adlandırılıyor.
Soğuk Savaş döneminde donmuş olan pek çok çatışmanın çözüldüğü ve etnik savaşların başladığı İkinci dönemde ise bu savaş ve çatışmalara rağmen demokratikleşme arayışı hız kazanmaya devam etti. Küreselleşmenin arttığı, insan hakları ve demokratikleşmenin önem kazandığı bu dönemde sivil toplum ön plana çıkmaya başladı. Kentli kadınlar, sivil toplumlara angaje oldu. “Elitlerin dışındaki kadınların politik hareketlere katılımı, Cezayir ya da Filistin gibi ülkelerde, bağımsızlık ve sömürgecilik karşıtı hareketlerin şiddetli çatışmalarla yürüdüğü yerlerde daha yüksek oldu. Buralarda her sınıftan kadın, yaşamını ve özgürlüğünü tehlikeye atarak bağımsızlık savaşlarına katıldı, bu sürecin sonunda, geleneksel rollerine dönmeleri beklendiğinde ise, erkeklerle ve yeni yönetimlerle ciddi çatışmalar yaşadılar.” (Bora, 2008). İlerleyen süreçte kadınlar üzerinde pek de olumlu olmayan etkiler görülmeye başladı. 1990-91 Körfez Krizi ile altyapının çökmesi ve güvenlik açığının oluşması, otoriter rejimin kadınlar üzerindeki olumsuz etkisi, petrolün getirdiği refahın kaybolması gibi nedenler yüzünden aile içi şiddet, cinsel taciz, cinayet gibi sorunlar tekrardan ortaya çıkmaya başladı. Filistin’de 1. ve 2. İntifada, İsrail’in sert müdahalesi ile sivil kayıplara neden oldu ve kadınlar bir bireyden ziyade anne ya da şehit annesi olarak öne plana çıktı. Siyasi liberalleşme ve yarı demokratikleşme süreci için dışarıdan gelen bir baskı da söz konusuydu. Bölge dışı aktörler kadının konumunun güçlenmesi için önemli vurgular yaptı. İran’da kadınların ve gençlerin sistemin reformu için verdikleri destek sayesinde Muhammed Hatemi Cumhurbaşkanı olarak seçilebildi. “Kadınların siyasette de istenmeme durumunu, kadının oy kullanmasından bile rahatsız olan Ulema’yla daha iyi anlayabiliriz. Şeriata göre kadınların devletin başı olamayacağı yönündeki baskın olan görüş, kadınların kararlarının/karar vericiliğinin kabul edilemez olduğunu gösterir.” (Kahraman, 2014). Aynı zamanda sivil toplumda bir artış oldu ve İslamcı feminizm gibi feminizm de kendi içinde bir çeşitlenme yaşadı.
11 Eylül sonrasında ise dünya siyaseti yeniden maskülenleşmeye ve militarist bir yaklaşıma dönüş yaptı. Orta Doğu yine dış müdahalelere açık hale geldi. Hatta bu dönemde Afgan kadınların maruz kaldıkları şiddette %20 artış söz konusu oldu. Ekonomik zorluklar, insani güvenliğin olmaması, eğitime erişimin yokluğu gibi sorunlar ortaya çıktı ve buna bağlı olarak aile içi şiddet ve intihar vakaları da savaş sonrası dönemde artış gösterdi. Kadınların rolünü güçlendirmek için eğitim programları ve okuma yazma kursları devam etse de bu uygulamalar ülkelerin her yerine ne yazık ki yayılamadı. “Kadının Orta Doğu özelinde sadece kadın olmaktan değil, aynı zamanda kadın olarak Orta Doğu’da yaşadığı gerçeğinin uluslararası alanda ona yüklediği ötekileştirme de önemli hale gelmektedir.” (Özcan, 2020). Saddam sonrası süreçte ise güvenlik tesis edilemediği için kadınlar eğitimden ve iş hayatından uzaklaştı, terörizm ve radikalleşme ile artan çatışmalar cinsiyetçi şiddeti de etkilemeye başladı. İlerleyen süreçte Irak’ta BM gibi uluslararası örgütlerin ve kadın aktivitelerinin desteği ile politika yapım sürecinde kadınların da var olması için %25 kota sistemi geldi.
Üçüncü ve son dönemde ise Arap isyanları ile halk hareketlerinde kadınların rolünde ciddi bir artış oldu. Rejim değişikliği, reform talepleri, baskı ve kısıtlamaların olmaması, eşit yurttaşlık gibi talepleri olan kadınlar ön saflarda rol alıp sosyal medya etkinlikleriyle gündeme geldiler, grevler ve gösterilere katıldılar. “Ancak toplumsal cinsiyet eşitsizliklerine ilişkin kadınların duruşu bölgede kurumsallaşmış, baskıcı uygulamalar karşısında belli aşamalarda sıkışmıştır. Batı medyasında “Ortadoğu’lu kadının uyanışı” imajı yaratılmaya başlamıştır.” (Altan-Olcay, 2015). Hatta sonrasında ‘Kadınların Arap Baharı’ şeklinde isimlendirmeler de yapılmıştır.
Değerlendirme
Dünya genelinde her 3 kadından biri aile içi şiddete maruz kalırken bu oran Orta Doğu’da çok daha fazladır. Bazı ülkelerde bu alanda çalışmalar yapılsa da hala etkili olamamıştır. Örneğin kadınların iş hayatına katılımında Tunus’ta büyük gelişmeler sağlansa da kriz dönemlerinde iş hayatından soyutlanan ilk olarak kadınlar olmuştur. Yükseköğrenim gören kadınların sayısı bir hayli fazla olmasına rağmen istihdam piyasalarında kadınların iş hayatına katılımı ise düşük orandadır.
Orta Doğu; siyasete katılım, istihdamın artışı ve cinsiyet eşitliği gibi endekslere bakıldığında diğer bölgelere göre en geride kalan bölgedir. Günümüzde ise kadınların barışa, güvenliğe, adalete ve istihdama ihtiyacı vardır. Güvenlik kaygıları, savaş ve çatışmaların artışı ilk olarak kadınları ve çocukları etkilemektedir. Toplumsal cinsiyet eşitliği demokrasinin ve insan haklarının bir talebidir, bir ayrıcalık değildir.
İrem ALBAYRAK tarafından The FEAS Journal adına hazırlanmıştır.
KAYNAKÇA
- Altan-Olcay, O. (2015). Politics of critique: Understanding gender in contemporary Middle East. Geoforum, 9 (13), 9-13.
- Bora Aksu, 2008, Orta Doğu’da Kadın Hareketleri: Farklı Yollar, Farklı Stratejiler, İ.Ü Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, sayı:39
- Heywood, A. (2013). Siyasi İdeolojiler. (Ö. Tüfekçi, Çev.) Ankara: Adres yayınları.
- Kahraman, L., 2014. İranlı Kadınların Toplumsal ve Siyasal Profili. Sosyoloji Araştırmaları Dergisi, 17(2), pp. 72-120.
- McCarthy Kathleen, 2001, Women, Philanthropy and Civil Society, Bloomington: Indiana University Press,
- Najmabadi Afsaneh, 2000 “Sevgili ve Ana Olarak Erotik Vatan: Sevmek, Sahiplenmek, Korumak”, Vatan, Millet, Kadınlar içinde (der) Ayşe Gül Altınay, İletişim Yayınları
- Özcan Merve Suna Özel, 2020, Arap Baharı Süreci Sonrasında Orta Doğu’da Kadın, Liberal Düşünce Dergisi, Yıl: 25, Sayı: 97
- World Economic Forum, Global Gender Gap Report 2021 (Son Erişim Tarihi: 04.09.2021) https://www.weforum.org/reports/ab6795a1-960c-42b2-b3d5-587eccda6023