Günümüzde dünyanın birçok ülkesi için önemli konulardan biri de göçtür. Yoksulluk, çatışma, savaş gibi itici faktörler ve gelişmiş bölgelerdeki yaşam olanakları, eğitim, sağlık ve iş gibi çekici faktörler her yıl binlerce insanın ülke içi ve ülkeler arası yer değiştirmesine neden olmaktadır. Ancak bu hareketlilik siyasi, sosyal, kültürel, etnik, dini vb. ciddi etkiler ve sorunlara yol açabilmektedir. Genel olarak göçmenlerin gittikleri yerde yaşayan toplumla uyum sorunları yaşamaları ve göçmen sayısının fazla olması durumunda varış noktasında hemen kabul edilmezler. Göçün yönetilmesi ihtiyacı, göçmen nüfusun gıda, barınma, istihdam, sosyal yaşam ve kültür üzerindeki etkileri nedeniyle ortaya çıkmaktadır. Bu nedenlerle ülkeler bu alanda politika üretmeye, yasal ve kurumsal önlemler almaya başlamışlardır. Göç zamanla bir iç güvenlik sorunu, daha sonra da bir devlet güvenliği sorunu haline gelmiştir. Güvenlikleştirme ise siyasi ve sosyal ilişkilerin güvenlik bağlamında çerçevelendiği bir süreçtir. Huysmans göçün güvenlikleştirilmesini; göçü siyasi, sosyal ve ekonomik boyutlarının gerektirdiği alanlarda ele almak yerine, güvenlik alanında bir sorun olarak tanımlamaktadır (Huysmans, 2000). Göçle ilgili önlemler, öncelikle göç hareketlerini düzenlemeye odaklanmış olsa da, daha sonra sınır güvenliğini sağlamaya ve göçü önlemeye odaklanmıştır. Göçün suç olarak kabul edildiği bu süreçte göçmenler iç ve dış tehdit olarak görülmüştür.
Avrupa Birliği Ortak Göç Politikası da güvenlik odaklı bir şekilde geliştirilmektedir. AB göçmenlik politikasının alanı; Türkiye’nin komşu ülkeleri de dahil olmak üzere aday ülkeler ve diğer üçüncü ülkeleri de kapsayacak şekilde genişliyor. Bu alandaki politika ve uygulamalar güvenlik odaklı olarak devam etmektedir. Türkiye, AB’ye yönelik göç hareketleri açısından önemli bir geçiş ülkesi olduğu için güvenlik dinamiklerinden etkilenen kilit ülkelerden biridir. Türkiye’nin üyelik sürecinde ve göç alan bir ülkeye dönüşüm sürecinde, yeni koşullara ve göçle ilgili AB politikalarına uyum sağlaması gerekmektedir. 11 Eylül 2001 saldırılarından sonra göç, terörle ilişkilendirilmiş ve göçmenler güvenlik tehdidi olarak algılanmıştır. 11 Eylül olaylarından sonra ‘öteki’ ve ‘yabancı’ olarak görülen göçmenler; ülke sınırlarına, güvenliğe, ahlaki değerlere, kolektif kimliklere ve kültürel homojenliğe yönelik tehditler olarak görülüyor (Humanitarian Needs Overview, 2019). Ayrıca düzensiz göçmen ve mültecilerin ülke ekonomisine yük oluşturduğu vurgulanıyor. Sığınmacıların çoğu aslında ekonomik nedenlerle göç eden kişilerdir. Bu kişilerin mülteci politikalarını kötüye kullandıkları vurgulanıyor. Güvenlik kavramının 11 Eylül saldırılarından sonra askeri bir yapıya dönüştüğü görülüyor. Göçün güvenlik bağlamında tanımlanması ve güvenlik politikası araçlarıyla yönetilmesi AB’nin dünyadaki imajı için olumsuz sonuçlara yol açabilir. İnsan hakları kapsamında, Avrupa toplumlarında geçmişte yaşanan ırkçı ve ayrımcı eğilimler nedeniyle göçün güvenlikleştirilmesi hoş karşılanmamaktadır. Devletler, ulusal göç politikalarını güvenlikleri ve ekonomik çıkarları doğrultusunda oluştururlar. Bu bağlamda, uluslararası göç akışlarının yönetimi, politikacıların fayda-maliyet analizi yaptığı alanlardan biridir. Sınır ötesi göç akışları, devletlerin güvenlik konusundaki çıkarlarını etkiler. “Bunlar devletin egemenliği, devletler arasındaki güç dengesi ve uluslararası sistemdeki çatışmanın doğasıdır.” (Council of the European Union, 2003). Uluslararası sistemde çatışma ortamında göç ve devletlere yönelik güvenlik tehditleri; iç çatışmalar, organize suç ve uluslararası terörizmdir. Göç ve güvenlik bağlamı arasındaki bu ilişki 1990’lardan beri AB gündeminin merkezinde yer almaktadır. 1990’lı yıllarda birçok Avrupa ülkesinde aşırı sağ partilerin güçlenmesi sonucunda göç karşıtlığı giderek artmış ve göç kontrolleri sıkılaştırılmıştır. 11 Eylül saldırıları ile birlikte menkul kıymetleştirme eğilimi zaman içinde güçlenmiştir. Bu saldırılar ile birlikte AB’de göç, terör, güvenlik ve sınırlar konusunda önlemler arttırılmıştır. Saldırılardan sonraki dönemde, birçok Avrupa ülkesinde mülteci ve sığınmacılarla ilgili daha kısıtlayıcı hükümler getirilmiştir. Bu süreçte Türkiye ve AB düzeyindeki yürütme organı, terörle mücadele faaliyetlerini göçü teşvik etmek için kullanmaya çalışmıştır. Göçmenler hakkında veri ve izleme sistemleri oluşturulmuş, göçmenlik politikası uygulamaları terörle mücadele amacıyla istismar edilmiştir. Son yıllarda yaşanan küresel ekonomik krizin göç alanı üzerinde de etkilerinin olduğu görülmektedir. Frontex tarafından yayınlanan bir rapora göre, küresel ekonomik kriz sonrası gelişmiş ülkelerde işgücü ihtiyacının azalması ve bu ülkelerdeki sıkı sınır kontrolleri nedeniyle AB’de düzensiz göç baskısının azaldığı gözlemleniyor (Warsaw, 2009).
Göçle ilgili en büyük sorunlar Mart 2011’de Orta Doğu’da başlamıştır. Orta Doğu birçok ülkenin ekonomik ve siyasi çıkarlarının bulunduğu stratejik bir bölgedir. Bu bölge on yıllardan beri istikrarsızlıklar, despot yönetimler, ekonomik zorluklar, zengin doğal kaynaklar ve radikal akımların varlığıyla anılmaktadır. Bölgede, doğal kaynaklardan elde edilen yüksek gelirin sadece belirli bir kesimin kontrolü altında tutulması ve bu kesimin, halkın demokrasi ve refah artışı taleplerini göz ardı etmesi toplumsal gerilimi üst düzeye taşımıştır (Springborg, 2011: 427-433). Bölgede var olan yüksek miktardaki doğal kaynağa rağmen ülke halklarının yaşadığı fakirlik ve işsizlik, ülkelerde gerilimi arttırmış; insanları daha fazla özgürlük, demokrasi ve daha iyi yaşam koşulları talebiyle sokaklara dökmüştür. Suriye’de yerel protestolarla başlayan çatışmalar kısa sürede iç savaşa dönüşmüştür. Olaylara bölgesel ve küresel güçlerin dahil olmasıyla birlikte iç savaş bir terör sorununa dönüşmüştür. Bunun uluslararası sistemdeki en önemli sonuçlarından biri de ‘mülteci krizi’ olmuştur. “Bu süreç Suriye’nin 22 milyonluk nüfusunun 6 milyondan fazlasının ülke içinde, 5 milyondan fazlasının da diğer ülkelere göç etmesine neden oldu. 400.000’den fazla insan öldü, aşırı yoksulluk oranı yüzde 69’a, işsizlik oranı yüzde 53’e çıkarken bu olaylar insani bir krize neden oldu.” (Buonfino, 2004:1). Bu göç dalgasının yarattığı kriz sonucunda aşırı sağın, göçmen karşıtı partilerin ve ırkçılığın yükselişi ivme kazandı. Arap Baharı’nın arkasında; ekonomik zorluklar ve halkların demokrasi talepleri yer almaktadır. Söz konusu ülkelerde gelir dağılımındaki dengesizlikler, yaygın fakirlik, yolsuzluklar, yozlaşmış yönetim sistemleri (Kılıç vd. 2012: 18), kayırmacılık, yönetimin babadan oğula geçmesi ve halkın ülke yönetiminde söz sahibi olamaması (Arı, 2004: 365-366) sorunun diğer nedenlerini oluşturmaktadır.
Arap Baharı, Kuzey Afrika ve Orta Doğu’yu kökten istikrarsızlaştırmış ve kargaşa bu bölgelere hızla yayılmıştır. Hayatları tehlikede olan bu bölgelerin sakinlerinin büyük bir kısmı, yakın bölgelere sığınılacak güvenli bir liman olarak bakmıştır. Avrupa ve diğer bölge dışı aktörler ise göçmen akını Avrupa kıyılarına ulaşana kadar bu yabancı sorununu küçümsediler (Akdoğan ve Sağıroğlu, 2017). Akdoğan ve Sağıroğlu’na (2017) göre Arap Baharı, sadece Ortadoğu ve Kuzey Afrika’yı değil komşu coğrafyaları da derinden etkilemiştir. Bu komşu coğrafyalar ise iç savaştan kaçan göçmenlerden en çok etkilenen bölgeler olmuştur. 2014-2015 yılına kadar özellikle Suriyeli mülteciler bir varış noktası olarak değil, bir geçiş noktası olarak mahalle topraklarına göç etme eğiliminde olmuştur. Bu noktada Suriyeli mülteci krizine ilişkin bir çözüm önerisi 2015 yılına kadar diğer ülkelerin ve uluslararası kuruluşların gündeminde yer almamıştır. (Bayraklı ve Keskin, 2017).
Türkiye, dünyanın en büyük Suriyeli nüfusuna ev sahipliği yapıyor. Bu sayede Avrupa’nın dış sınırları Türkiye tarafından korunmaktadır. Avrupa, Türkiye’nin güvenliğinden çok kendi güvenliğine öncelik veriyor. Bu süreçte milyonlarca insan Türkiye, Lübnan, Ürdün, Irak ve Mısır gibi ülkelere sığınmıştır. 2015 yılında bir milyondan fazla insan Avrupa’ya göç etti. Ancak Suriye Krizi, özellikle göç boyutuyla Birliğin gündeminde önemli bir yer buldu. Avrupa Birliği, 2017 yılında onayladığı Suriye Stratejisi’ne devam etti. Avrupa Birliği, vatandaşlara eğitim ve iş olanakları yaratmak için Suriye Geçici Hükümeti ile birlikte çalıştı ve mültecilere ev sahipliği yapan ülkelere destek sağladı. Bu başlıklar AB’nin yaklaşımlarını göstermektedir. AB, düzensiz göçün azaltılmasını önceliği olarak kabul etmiş ve bu kapsamda 2001 yılında Türkiye ile üyelik müzakereleri ile başlayan ancak sonuç alınamayan Türkiye-AB Geri Kabul Anlaşması sürecini yeniden canlandırmıştır. Bu süreçte Komisyon, Parlamento ve Avrupa Konseyi gibi AB kurumları ‘göç yönetimine ilişkin yeni bir politikaya ihtiyaç olduğu’ ve ‘kurumsal mekanizmaların geliştirilmesi gerektiği’ konusunda ısrar ettiler (Şühal, 2010). “AB içinde Avrupa Komisyonu, Avrupa Parlamentosu ve Avrupa Konseyi güvenlikleştirici aktörlerdir. Ortak göç politikasını şekillendiren en etkili kurum Avrupa Konseyi’dir. Ayrıca AB, ‘Avrupa Kalesi’ni korumak için Doğu’da sınır güvenliğinin artırılmasına dayalı bir politika benimsemiştir.” (İrdem ve Özer, 2010:33). AB ortak göç politikası kapsamında yer alan ortaklık, üye ülkeler arasındaki resmi işbirliğini de içeriyor. AB’de ‘yeni göç politikası’ oluşturulması kapsamında AB kurumları, güvenliğin önemli bir unsur olduğunu belirtiyor. Türkiye’nin açık kapı politikası, Suriyelilerin Türkiye’ye göç hareketliliğini artırmıştır. Türkiye, tarihte karşı karşıya kaldığı bu göç hareketleri karşısında, bu alanda yasal düzenlemeler yaparak belirli politikalar uygulamış ve kurumsal yapılar ve kurallar oluşturmuştur. AB ile müzakere sürecinin başlamasıyla birlikte AB, Türkiye’nin Özgürlük, Güvenlik ve Adalet Alanı kapsamında sınır güvenliği politikasının iyileştirilmesinde ısrarcı olmaktadır. AB ile katılım müzakerelerinin başlamasıyla birlikte Türkiye’nin sığınma ve göç politikaları, AB müktesebatına uygun olarak uygulanmaya çalışılmaktadır. Bu amaçla Ulusal Eylem Planları hazırlanmış ve Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu çıkarılmıştır. Kanunla göçün yönetimi için kurumsal yapılar oluşturulmuştur. Artan mülteci sayısı nedeniyle İslamofobi ve mülteci karşıtı söylemler, göçmen sorununu büyük bir sorun haline getirdi (Ratković, 2017). AB’nin uyguladığı açık kapı politikası, Suriyelilerin Türkiye’deki mültecileri Avrupa’da gördüğü tartışmalarına yol açtı. İngiltere, ülke içindeki hareketliliği kontrol edemediği endişesiyle referanduma gitti ve Brexit sürecine girdi.
Son dönemde Suriye’den gelen göçün yaklaşık bir buçuk milyonunun şehirlere dağıtıldığı düşünüldüğünde bu göç nüfus, gelişme ve alan bazında oluşturulan belediye bütçeleri üzerinde ciddi bir yük oluşturmaktadır. Bu nedenle yerel yönetimlerin göç yönetimi süreçlerine aktif bir aktör olarak katılımını sağlayacak yasal düzenlemeler yapılmalıdır. Göçün yoğun olduğu illerde göçmen nüfusun belediye bütçeleri üzerindeki ek yükü azaltılmalı ve belediyeler için bu konuda belirlenen bütçeler artırılmalıdır. Belediyelerin bu alanda hizmet verme kapasitesi de güçlendirilmelidir. AB, Suriyeli mülteciler konusunda daha stratejik ve iyimser politikalar benimsemelidir. Sadece AB’nin iç sınırlarının güvenliğini dikkate alan Avrupalılaşma sürecinden vazgeçilmelidir.
Sonuç olarak, Kopenhag Okulu yaklaşımlarından biri olan Güvenlikleştirme, belirli bir konuyu tehdit olarak sunma ve alınacak tedbirleri belirleme gibi aşamalardan oluşmaktadır. Suriye’deki çatışmanın başlangıcından bu yana AB ve Türkiye’de, göç politikasının nasıl inşa edilebileceği tartışıldı. Suriye’de çatışmaların başlamasından bu yana bir göç akışı ve insan güvenliği açısından tehlike yaşanırken, Avrupa Birliği göçmenlerin Avrupa’ya yöneldiği 2015 yılından itibaren göçü ayrı bir başlık olarak değerlendirmeye başlamıştır. Öte yandan AB Komisyonu, göçün yönetilememesinin AB’nin siyasi yapısına ve demokrasisine zarar verdiğini belirterek, Avrupa’daki yabancı düşmanlığı, milliyetçilik ve popülizmin nedenini göçe bağladı. Göçün güvenlikleştirilmesi genellikle göçmenlerin bir tehdit olarak sunulmasını içerir, ancak göçün yönetilememesi de Avrupa için bir tehdit oluşturmaktadır. Göç ve güvenlik olgusu, Avrupa ve Türkiye’nin politikalarını etkilemiştir. AB de ortak bir göç politikası oluşturma sürecinde güvenlik odaklı politikaya yönelmiştir. Buna ek olarak, AB’de göçün güvenlikleştirilmesi; üye ülkeler, aday ülkeler ve komşu ülkeler de dahil olmak üzere göç politikalarına ve göç kontrollerine odaklanmıştır. AB, göç konusundaki tam uyum politikaları ile küresel bir aktör ve normatif bir güç olmayı hedeflemektedir. AB, düzensiz göç ve sınır yönetimi konusunda gündem belirlemeye başladı. AB’nin rolü daha görünür hale geldi. AB-Türkiye ilişkilerinin geleceği düşünüldüğünde, bu ilişkinin gündeminde sürekli uluslararası göçün olacağı açıktır. Türkiye ve AB bunu fark etmeli ve bu yönde politikalar geliştirmeliydi. Çok sayıda göç alan bir ülke haline gelen Türkiye’nin göç politikasını gözden geçirmesi ve yeni koşullara uyarlaması gerekiyor. Türkiye ilişkileri, araştırılması ve yönetilmesi gereken bir olgu olarak ele alınmalıdır. Bu süreçte AB, Türkiye’ye ve göçmenlere fayda sağlayacak politikalar benimsemelidir.
Tuba YILDIRIM tarafından The FEAS Journal adına hazırlanmıştır.
Kaynakça
Akdoğan, M., & Sağıroğlu, C. (2017,). Italy and Syrian Refugees: Europe’s Formidable Examination. Journal of Research in Economics, Politics & Finance, 2(2), 146-161.
Arı, T. (2004) Geçmişten Günümüze Orta Doğu Siyaset, Savaş ve Diplomasi, Alfa Yayınları.
Bayraklı, E., & Keskin, K. (2017). Europe’s Refugee Crisis. Journal of Academic Inquiries, 12(2), 115-136.
Buonfino, A. (2004). “Between Unity and Plurality: The Politicization and Securitiation of the Discourse of Immigration in Europe”, New Political Science, Vol. 26, No. 1, s. 1.
Çakmak, G. (2018). The Achilles’ Heel of Europeanization: Migration Policies. Mukaddime, 9(1), 39-57.
Fitzgerald, D. (2000). Negotiating extra-territorial citizenship: Mexican migration. San Diego, University of California, San Diego: Center for Comparative Immigration Studies.
Frontex, (2009) ‘The Impact of the Global Economic Crisis on Illegal Migration to the EU’, Warsaw.
Humanitarian Needs Overview, Erişim Tarihi: Şubat 20, 2019, https://reliefweb.int/ sites/reliefweb.int/files/resources/2018_syr_hno_english.pdf.
Huysmans, J. (2000) “The European Union and the Securitization of Migration,” Journal of Common Market Studies, Vol.38, No.5, s. 758.
İrdem, İ., & Özer, A. (2014). Securitization and Europeanization of Migration and Border Management Policies in EU-Turkey Case. Retrieved from file:///C:/Users/SONY/Downloads/2nd%20week.pdf P: 33
Kılıç, E., Aktar, E., Erdoğmuş, Y., Ertosun, M., Akadır, K., Kaya, E. ve Hasar, H. (2012) “Arap Dünyasında Entropi: Tunus, Mısır, Libya ve Suriye’de Halk Ayaklanmaları”, Türkiye Uluslararası İlişkiler Çalışmaları-Yakın Doğu Araştırmalar Merkezi (TUİÇ-YADAM), Rapor No: 1.
Ratković, M. (2017). Migrant Crisis and Strengthening of the Right Wing in the European Union.
Springborg, R. (2011) “The Political Economy of the Arab Spring”, Mediterranean Politics, 16(3), 427-433.
Sühal, Ş. (2010). “Avrupa Birliği Göç Politikasının Güvenlikleştirilmesi ve Dışsallaştırılması: Türkiye’ye Yansımaları.” Doktora tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi.