SURİYE İÇ SAVAŞI’NDA İRAN’IN ROLÜ

Özet

Demokrasi, ifade özgürlüğü ve ekonomik refah gibi kavramlardan oldukça uzak olan Ortadoğu ülkeleri, 2010 yılı itibariyle koşulların iyileştirilmesi için halk ayaklanmaları başlattı. Kimi ülkelerde iktidarlar devrilirken, kimi ülkelerde uzun yıllar sürecek olan iç savaşlar başladı. 2011 yılında Beşar Esad Rejimi’nin protesto eden halka ateş açması sonucu Suriye’de iç savaş süreci başladı. Bu sırada yaşanan Arap Baharı’nı İslami bir uyanış olarak görüp, uzun yıllar hüküm süren baskıcı rejimlerin devrilmesini destekleyen İran, ayaklanmalar Suriye’ye sıçrayınca söylemini tamamen değiştirdi. Esad Rejimi’nin hayatta kalması için her alanda bu ülkeye destek vermiştir. Yıllardır devam ettirdiği bu ittifakta hem Şii söyleminin hem de kendi bölgesel çıkarlarının önemi büyüktür. Bu çalışmada amaç; İran’ın Suriye İç Savaşı’ndaki politikasını ve rolünü, iki ülkenin tarihsel süreçteki ilişkileri ve 2011’den bu yana süren faaliyetler çerçevesinde incelemeye çalışmaktır.

Anahtar Kelimeler: Suriye, İran, Suriye İç Savaşı, Suriye-İran İlişkileri, Arap Baharı

1. Giriş

2010 yılında Tunus’ta ortaya çıkan ve tüm Ortadoğu’ya dalga dalga yayılan Arap Baharı Suriye’de çok kanlı bir iç savaşa dönüştü. Mart 2011’de Suriye’nin güneyinde ki Dera ilinde başlayan ve Cumhurbaşkanı Beşar Esad’ın istifa etmesi  için düzenlenen protestolar zamanla tüm ülkeye yayıldı. Barışçıl yollarla sorunu çözmek yerine güç kullanmayı tercih eden Esad Hükümeti böylelikle iç savaşa giden yolu açmış oldu. Suriye’deki rejimin bu zor günlerinde imdadına ilişkilerinin oldukça iyi olduğu İran yetişti. Farklı yapılara ve ideolojilere sahip olmalarına rağmen, 1979 İslam Devrimi’nden bu yana bağlarını sıkı tutan Tahran ve Şam Yönetimleri, Ortadoğu için oldukça ilginç bir ittifak örneğidirler. Bu çalışmada, ilk olarak İran ve Suriye’nin tarihsel süreçteki yakınlıkları incelenecek, ardından Arap Baharı’nın  Suriye’deki etkisinden kısaca bahsedilip devam eden iç savaş süresince İran’ın rolü üzerine odaklanılacaktır.

2. Suriye-İran İlişkileri

1979’da ki İslam Devrimi ile hem İran hem de Ortadoğu için yeni bir dönem başladı. Şahın devrilmesi ve Ayetullah Humeyni önderliğinde bir İslam Cumhuriyeti kurulması, dönemin Suriye Cumhurbaşkanı Hafız Esad tarafından oldukça olumlu karşılandı. İlk başta İran gibi İslamcı bir devlet ile Sosyalist Baas Hükümeti arasında oluşmaya başlayan bu yakınlık tuhaf gibi görünse de, her iki ülkede de hâkim olan ideolojiler arasında ortak bir yön vardır.(Sinkaya, 2012:5) ABD ve İsrail karşıtlığı Şam ve Tahran yönetimlerini buluşturan en önemli etkendir. Özellikle, Camp David sonrası İsrail’e karşı kendini yalnız hisseden Suriye için İran’ın anti-siyonist duruşu oldukça güven vericiydi. Bu durumda, Arap dünyasında İran İslam Cumhuriyeti’ni ilk tanıyan ülkenin Suriye olması da hiç şaşırtıcı değildir.

Irak’ın Eylül 1980’de İran’ı işgal etmesi, Suriye-İran yakınlaşmasını resmi bir ittifaka dönüşmesinin ana katalizörüdür. Şam, işgali durdurmak ve savaşın gidişatını değiştirmek için Tahran’a paha biçilmez diplomatik ve askeri destek sağlamaya başladı. (Goodarzi, 2013:41) İran’a yaptığı silah yardımlarının yanı sıra, kendi ülkesinden geçen boru hattını kapatarak Irak’ı mali anlamda da zor duruma sokmuştur. Bu desteğin karşılığında Suriye, İran’dan ucuz petrol ve maddi yardım almıştır. (Sinkaya, 2012:6)

1982 Temmuzu’nda İsrail’in Lübnan’ın güney kısmını işgal etmesi, Suriye-İran ilişkilerini geliştiren bir başka faktördür. Suriye açısından bakıldığında bu işgalin anlamı, İsrail tarafından kuşatılmaktır. Bundan dolayı Hafız Esad, İran’ın Suriye toprakları üzerinden Lübnan’daki Şii nüfusunu etkilemesine müsaade etmiştir.  İran’da bu kozunu hem devrim ihracını gerçekleştirmek hem de İsrail’e karşı kullanabileceği bir üsse sahip olmak için kullanmıştır. Ek olarak, Lübnanlı Şiilere destek vermeyi manevi bir sorumluluk olarak gören İran, İslam Devrimi Muhafızları Ordusu’ndan küçük bir birliği Suriye üzerinden Lübnan’a göndererek orada Hizbullah’ı organize etmiştir. Böylelikle iki ülke, Batı’ya karşı yıpratma amacıyla bazı terör eylemleri düzenlemiştir. Eylül 1982’de Lübnan Devlet Başkanı Cemayil Suikastı ve Nisan 1983’te ABD’nin Beyrut Büyükelçiliğine intihar saldırısı bunlara örnektir.(Kazdal, 2018:4)

1980’lerin sonu Suriye-İran ilişkisinin en problemli dönemidir. İran-Irak Savaşı ve Lübnan İç Savaşı her iki ülke için oldukça yıpratıcı olmuştur. Tüm bunların yanında iki müttefik, Lübnan’ın siyasi geleceğine ilişkin farklı görüşlere sahipti. Suriye, siyasi sistemi reforme etmek ve etki alanı içinde istikrarlı, laik bir devlet kurmak isterken, İran kendi modelini yansıtan teokratik bir sistemin yaratılmasından yanaydı. Ancak Irak’ın 1980’lerin sonunda gücünü tekrardan toplaması, Körfez’de ki savaşın gidişatının değişmesine sebep olmuş ve Sovyet desteğinin Gorbaçov yıllarında Suriye’den zamanla çekilmesi, Ortadoğu’da ABD’nın etkisinin artması, bu iki müttefikin Lübnan’da ki sorunu çözmek için işbirliği yapmalarına ve ilişkilerini güçlendirmeleri gerektiğinin farkına varmalarına neden olmuştur.(Goodarzi, 2013:44)

1990 yılında Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesi, bölgede gücünü artırması ve izlediği müdahaleci politikadan dolayı, Suriye ve İran işbirliği yapmaya devam etmişlerdir. Ancak asıl zorluk Lübnan’dan gelmiştir.General Michel Aoun önderliğinde Suriye karşıtı isyan başlamış ve Saddam Hüseyin de buna Aoun’a silah tedarik ederek destek vermiştir. İran, bu sırada izole ve zayıf olmasına rağmen Suriye’ye Hizbullah ve diğer Lübnanlı grupları mobilize ederek yardım etmiştir.(Kazdal, 2018:5)

Suriye’nin “Ortadoğu Barış Süreci”ne dâhil olması, İran-Suriye müttefikliğinin sallanmasına neden olmuştur. Ancak sürecin sonuçsuz kalması, zaman içinde İran’ın ve Suriye’nin Batı ile ilişkilerinin bozulması ve Sovyetlerin dağılıp bölgeden çekilmesi iki ülke arasındaki ilişkilerin yeniden canlanmasına sebep olmuştur. Özellikle, 2003’ten sonra her iki ülkeye yönelik olarak ABD tehdidinin artması, kuruluşu itibariyle Amerikan karşıtı olan bu ittifakı güçlendirmiştir. Aynı zamanda Suriye ve İran; Irak’ta, ABD’ye ve Bağdat’ın yeni hükümetine karşı mücadele eden gruplara da büyük ölçüde destek sağlamıştır. 

2005’te eski Lübnan Başbakanı Hariri’nin ölümünden Suriye’nin sorumlu tutulması, Beşar Esad hükümeti üzerindeki baskının artmasına neden olurken, yine aynı yıl İran’da cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturan Mahmud Ahmedinejad’ın dış politikada izlediği radikal Siyonizm karşıtlığı ve nükleer programdan kaynaklanan sorunda uzlaşmacı yaklaşımı terk etmesi, İran ile Batılı ülkeler arasındaki ilişkilerin gerginleşmesine neden olmuştur. Böylelikle iki ülke üzerinde de uluslararası baskının kurulması, Suriye ve İran’ı birbirine daha çok bağlamıştır.(Sinkaya, 2012:7) 

İran’ın bölgede bir Şii hilali oluşturarak egemen olma çabası içinde olduğunu düşünen geleneksel Arap rejimleri ile arasındaki derin çizgi özellikle 2006’da giderek derinleşmiştir.  Kendilerini “direniş cephesi” diye adlandıran İran, Suriye ve Hizbullah’ın karşısında Suudi Arabistan, körfez ülkeleri, Mısır ve Ürdün bulunmaktadır. Bu ülkeler, Suriye ve İran destekli Hizbullah’ın İsrail’i daha çok kışkırttığını düşünmektedirler. Bu çerçevede, bahsettiğimiz ayrışmanın ve İran’ın tutumunun Arap Baharı süresince Suriye’ye nasıl yansıdığını aşağıda daha detaylı göstereceğiz.

3. Arap Baharı ve Suriye

Members of the Syrian Civil Defence, also known as the White Helmets, watch as a bulldozer clears rubble and debris at the site of reported airstrikes on the town of Ariha in the northern countryside of Syria’s Idlib province, Jan. 30, 2020. (AFP Photo)

Ekonomik güçlükler, onlarca yıllık otokratik yönetim ve yolsuzluktan kaynaklanan yaygın hoşnutsuzluk, Aralık 2010’da zabıtaların Mohamed Bouazizi adlı bir seyyar satıcının sebze satışını durdurması ve bunun üzerine adamın kendisini ateşe vermesinin ardından kitlesel gösterilere dönüşmüştür. Bu protestolar sonucunda, 23 yıldır iktidarda olan Zeynel Abidin Bin Ali hükümeti devrilmiştir.(BBC, 2013) Tunus’ta başlayan bu isyanlar çok geçmeden Ortadoğu ve Kuzey Afrika’ya sıçradı. Ekonomik refah ve daha demokratik yönetimler talep eden bu halk hareketlerine “Arap Baharı” denir.

Ortadoğu’nun uzun yıllar hüküm süren otoriter rejimleri, halkın çoğunluğunu işsizliğe ve fakirleşmeye sürüklerken, ifade özgürlüklerini de kısıtlayarak bireylerin üzerinde baskı kurmuştur.Meşruiyetlerini halktan değil, kullandıkları güçten alan bu liderler demokratikleşme yolunda ciddi adımlar atamadılar. Tunus’ta bir vatandaşın kendini yakması, sadece olayların fitilini ateşleyen bir hareketti.Tüm bu isyanlar zaten yıllardır ülkelerin içinde bulundukları kötü koşullara bir başkaldırıydı.

Bir demokratikleşme süreci olarak görülen Arap Baharı’nın; Mısır, Tunus ve Libya’dak i rejimleri devirmesi ilk başta bölgedeki ülkeleri oldukça cesaretlendirdi. Ancak beklenenin aksine diğer Ortadoğu ülkelerinde aynı şekilde tesir etmedi. İlerleyen süreçte, Libya da dahil olmak üzere, Suriye ve Yemen’de iç savaşlar patlak verdi. Devletin şiddet kullanmasıyla olaylar çığrından  çıktı ve toplumlar büyük bir hayal kırıklığı yaşadı.

Suriye Ayaklanması başkentte değil, ülkenin ücra bir bölümünde, kısmen yerel şikayetlerin körüklediği küçük Dera ilinde ortaya çıktı.(Sorenson, 2016:4) 2011’in Mart ayında bir okulun duvarına Arap Baharı’nı öven grafitiler yapan çocukların tutuklanıp işkence görmelerinin üzerine eylemler başladı. Beşar Esad iktidarının güvenlik güçleri, silahsız gösteriler şeklinde ortaya çıkan bu muhalefet hareketini bastırmak için eylemcilere ateş açtı ve böylelikle kriz büyüdü.(Özdemir, 2016:90) Haftalar içinde benzer şiddetsiz protestolar ülkenin birçok şehrinde görülmeye başladı. Esad, bu gösterilere katılanları ajanlar ve teröristler olarak isimlendirmiştir. Orduda görev yapan ancak rejimin halka gösterdiği sert tavır karşısında orduyu terk edip silahlarıyla beraber muhalefete katılan eski ordu üyeleri Temmuz 2011’de Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) adıyla Suriye’deki ilk muhalif grubu oluşturmuştur. Tunus örneğine benzer olarak, Dera’da yaşananlar uzun zamandır biriken öfkenin fitilinin ateşlenmesidir. Suriye’de ki başkaldırının asıl nedeni, ayaklanma geçiren diğer ülkelerde olduğu gibi, yıllardır beklenen demokratik değişim ve ekonomik refah talebidir.

4. Suriye İç Savaşında İran’ın Rolü

Ayetullah Khamenei, 2011 yılında Tunus ve Mısır ayaklanmalarını İslam Devrimi’nin doğal bir uzantısı olarak görüp övmüş, gelişmeleri ABD ve İsrail için onarılamaz bir yıkım ve yenilgi olarak nitelemiştir. İran, Mübarek ve Bin Ali rejimlerinin yıkılmasının sebebinin acımasız birer diktatör olmalarından kaynaklanmadığını, Batı yanlısı bir siyaset takip ettikleri ve İsrail ile iyi ilişkiler sürdürdüklerinden dolayı gerçekleştiğini söylüyordu. Ortaya çıkan bu İslami uyanış batı karşısında bir zaferdi.(Şen, 2012:100) Bu söylemler İran medyasında sıklıkla dile getiriliyordu. Zaten yapılan devrimlerin yalnızca bir demokrasi mücadelesi olarak yansıtılması, İran’ın çıkarlarına ve ideolojisine  uygun olmazdı.

a) İran’ın Suriye’ye Yönelik Politikasını Anlamak

İranlı yetkililer mart ayının başlarında Suriye’de patlak veren rejim karşıtı gösterilerle ilgili olarak bir süre sessiz kalmışlardır. 12 Nisan 2011 tarihinde bir açıklama yapan Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mihmanperest, Suriye’de başlayan protestoların oldukça sınırlı olduğunu; yaşananların özellikle Siyonistler ve ABD tarafından kışkırtıldığını ve medyanın olayları büyüttüğünü söylemiştir.(Reuters, 2011) Çünkü Suriye’de ki çıkan Esad karşıtı ayaklanma, İran’ın bölgesel çıkarlarına doğrudan bir tehdit oluşturmaktadır. Irak’la olan savaşından kazandığı tecrübe, İran’ın düşmanıyla kendi sınırlarının dışında karşılaşmasının gerekliliğini kabullenmesine ve caydırıcılık stratejisini özümsemesine sebep olmuştur. Bu stratejide İran’ın “Direniş Cephesi” dediği Suriye, Filistin ve Lübnan’daki müttefikleri hayati önem taşımaktadır. Dolayısıyla, Esad Rejimi’nin devrilmesi demek, bu cephede büyük bir boşluğun oluşması ve İran için Hizbullah ve Filistin’deki müttefiklerine erişme noktasının kaybı anlamına gelmektedir.(Sinkaya, 2012:9)

İran’ın Suriye politikasını şekillendiren bir diğer etken; ABD, İsrail, Suudi Arabistan ve körfez ülkelerinin ayaklanmalar karşısındaki tutumu olmuştur. Suudi Arabistan gibi geleneksel bir rejimin isyanı desteklemesi İran’ın şüphelerini arttırmıştır. Bu ülkelerin Suriye’de ki protestolara destek vermesi, İran açısından “direniş cephesi’nin” hedef alındığını ve İran’a zarar verilmek istenildiği düşüncesini oluşturmuştur. Beşar Esad’ın devrilmesinin İsrail yararına olacağını düşünen İran, bölgede İsrail’in çıkarına olacak her duruma karşı çıktığı gibi, Suriye’deki yönetim karşıtı isyana da karşı çıkmıştır. Bu durumu İran’ın eski Umman Büyükelçisi Morteza Rahimi şu cümleyle özetlemiştir:“Suriye’de İsrail’in zararına olan şey bizim faydamızadır ve İsrail’in faydasına olan şey bizim aleyhimizedir.” (Sinkaya, 2012:10). 

İran’ın Dini Lideri Ali Hamanei, 2011 Haziranı’nda Suriye ayaklanması konusunda ki duruşunu net bir şekilde ortaya koymuştur. Devrim Muhafızları Ordusu (DMO)’da dini liderin yanında bu süreci yönlendiren önemli faktörlerden biridir. Yukarıda bahsettiğimiz gibi, bu isyanı ABD ve İsrail tarafından direniş cephesine yöneltilmiş bir komplo olarak algılamasından ve rejim değişikliği durumunda Hizbullah ile olan bağlantısını kaybedeceğini düşünmesinden dolayı İran, bu krizde Esad Rejimi’nin yanında olmuştur. Yıllardır süren ittifak bağlarını kendi stratejik çıkarları doğrultusunda koparmamıştır ve Suriye’deki isyanı ve daha sonraki iç savaş sürecini, harici bir sorun olarak değil, ulusal güvenlik temelleri bağlamında bir iç sorun olarak görmüştür. 

Ağustos ayından sonraki süreçte İran, muhalefeti biraz da olsa ciddiye almaya, Suriye Yönetimi’ni muhalefet ile iletişim kurmaya ve reform yapmaya teşvik etmiştir. Ancak isyanı dış güçlerin körüklediği söylemini de kullanmaya devam etmiştir. Buna ek olarak, Beşar Esad Rejimi’ne karşı uluslararası alandan tepkilerin yükselmesi ve Suriye’ye müdahale tartışmalarının ortaya çıkması üzerine her türlü yabancı müdahaleye karşı Suriye’yi korumak, İran’ın politikasının temellerinden biri olmuştur. Ancak ilerleyen süreçte gördüğümüz gibi Rusya, ABD ve Türkiye gibi aktörler soruna yakından dahil olmuştur.

İran’ın Suriye politikasını şekillendiren ve bu iki ülkenin yakınlaşmasını sağlayan bir diğer faktör Şiiliktir. İslam dininin ikinci en geniş nüfusa sahip mezhebi olan Şia’nın terim anlamı Ali taraftarları demektir.(Kuzu, 2019:41) Şii liderler tarafından yönetilen İran ve Suriye’nin ilişkileri önceki bölümlerde de bahsedildiği gibi uzun süredir uyum içerisindedir. Bu iki ülkenin yakınlığı bir yana, Suriye İran’ın mezhepsel çıkarları açısından oldukça önemlidir. İran Suriye’deki rejime takip ettiği “Şii Hilali” politikasına uygun olacak şekilde davranmaktadır. Şii Hilali söylemi ilk kez Ürdün Kralı II. Abdullah tarafından ortaya konmuştur. Kral, Şii Hilali’ni “Hilal İran’dan başlamakta, Şii nüfusunun çoğunlukta olduğu Irak’ı da içine alarak Alevi elitlerin yönettiği Suriye’den, Şii nüfusun gitgide artmakta olduğu Lübnan’a kadar genişlemektedir.” sözleriyle tanımlamıştır.(Bilgetürk, 2018:402) Suriye’de Şii olan bir yönetimin devrilmesi, İran’ın bölgedeki rolünü olumsuz etkileyeceğinden dolayı Esad Rejimi desteklenmiştir. Silahlı Şii milis güçlerini örgütleyerek etkin bir şekilde kullanan İran, böylelikle bir vekalet savaşı stratejisi izlemektedir. Tahran Yönetimi, mezhepsel ideolojiyi kullanarak diğer bölgesel meselelerde de nüfuzunu arttırmaya çalışmaktadır.

b) İran’ın Esad Rejimi’ne Verdiği Destekler

  • Güvenlik Desteği

İran’ın Suriye’ye verdiği güvenlik desteğini üç grupta inceleyebiliriz: Birincisi, silah ve mühimmat yardımıdır. Esad Rejimi karşıtı gösterilerin bastırılması amacıyla İran, isyanın ilk yıllarında Suriye’ye aktif bir şekilde silah ve mühimmat desteği sağlamıştır. İkincisi, Suriye Rejimi’nin güvenlik birimlerine verilen teknik destektir. Bu çerçevede İranlı yetkililer Suriye’ye giderek isyana karşı yapılacak müdahale konusunda Suriye güvenlik güçlerine danışmanlık yapmışlardır. Üçüncüsü ise, İranlı askerlerin ve İran’ın kontrol ettiği milis güçlerin Suriye’de savaşmasıdır.(Kazdal, 2018:10) Bu bağlamda incelenmesi gereken bazı silahlı güç unsurları vardır;

Devrim Muhafızları Ordusu

İran İslam Devrimi sonrası devrimi korumak, ülke içi güvenliği sağlamak ve muhafaza etmek için Humeyni tarafından kurulan “Devrim Muhafızlar Ordusu” Irak ve Suriye’de IŞİD karşısında mücadele etmiştir. Bu orduya bağlı Kudüs Gücü’nün bölgede ki sayısı ve etkisi oldukça fazladır.(Aksu, 2019:21) 3 Ocak 2020’de ABD tarafından düzenlenen bir saldırıda öldürülen Kasım Süleymani, Suriye İç Savaşı’nda Kudüs Gücü komutanı olarak görev yapmıştır. Esad’ın yanında savaşmak üzere Afganistan’dan, Irak’tan ve Lübnan’dan Şii milis güçlerini Suriye’ye göndermiş ve iç savaş boyunca birkaç kez Suriye’nin farklı bölgelerinde cephede görülmüştür. (BBC,2020)

İran Devrim Muhafızları Ordusu Kudüs Gücü Komutanı General Kasım Süleymani
Hizbullah

1982’de İran desteği ile İran İslam Devrimi doktrinine göre kurulup şekillen Hizbullah, Lübnan’ın Şii Müslümanlarını temsil etmekte ve emperyalizme karşı bir direniş odağı olarak bilinmektedir. (Aksu, 2019:21) Yaşanan iç savaş, İran’ın Hizbullah’a yardım hattının önemli parçası olan Suriye’yi tehlikeye düşürdüğü için  rejimin desteklenmesi bu konuda oldukça önemlidir. Bu sebeple İran Hizbullah’ı Suriye Krizi’ne dahil etmiş ve rejim karşıtlarıyla girdiği mücadelesinde her türlü ekonomik ve askeri desteği sağlamıştır.

Fatimiyyun Tugayı

İran’ın Beşar Esad’ı yönetimde tutmak için Suriye’de mobilize ettiği milis gruplar içinde Hizbullah’tan sonra en önemlisi olan Fatimiyyun Tugayı, Afgan Şii Hazaralar’dan oluşmaktadır. Arapçayı iyi derecede bilmelerinden dolayı koordinasyon konusunda zorluk çekmeyen bu grup, savaş başlangıcında Şam’ın güneyinde büyük bir direnç göstermiştir. (Aksu, 2019:21)

Zeynebiyyun Tugayı

İsminin kaynağını Hz. Muhammed’in torunu Hz. Zeynep’ten alan İran destekli bir milis güçtür. Çeşitli sebeplerle Pakistan’dan ayrılmak zorunda kalan ve İran’a irtica eden Şii’lerden oluşmaktadır. Kendilerini peygamber soyuna mensupların savunucusu olarak görürler ve Suriye’deki varlıklarının sebebini Şam’daki Seyyide Zeynep Türbesini korumak olarak göstermişlerdir. Halep ve Şam Bölgesi’nde yoğunlaşan gruba, askeri eğitimler Devrim Muhafızları tarafından verilir.(Aksu, 2019:22)

Haşdi Şaabi

DEAŞ’ın 2014’te Musul’u ele geçirmesinden sonra, Irak’taki Şii Dini Lideri Ayetullah Ali es-Sistani’nin fetvası üzerine kurulan Haşdi Şaabi, Irak’tan çeşitli Şii milis güçlerden oluşuyor. Grubun içerisinde az sayıda Sünni Arap nüfusu da mevcuttur.(Anadolu Ajansı,2020) Haşdi Şaabi’nin bünyesinde Bedir Örgütü, Ketaib Hizbullah, Esaib Ehlül Hak, Saraya El-Selam, Ketaib Seyyid Şuheda, Ketaib İmam Ali, Horasan Tugayları ve Hareket El-Nucebba isimli milis gruplar bulunmaktadır.(Aksu, 2019:22) Iraklı bir kimliği olsa da, örgüt DEAŞ’la mücadele konusunda İran’dan büyük bir destek almıştır.

  • Ekonomik Destek

İran’ın Suriye’ye sağladığı yıllık destek ortalama olarak 6 milyar dolardır. Ayrıca 2014-2015 yılları arasında İran’ın, rejime 15 milyar dolar yardım ettiği düşünülmektedir. Ek olarak İran’ın Esad Rejimi’ne verdiği ekonomik katkı Hizbullah, ve diğer milis örgütlerinin eğitimini, askeri donatımını, lojistik desteğini, ve milislere verilen maaşlarını da barındırmaktadır. Savaştırdığı Hizbullah’a yıllık 800.000.000 dolar mali yardım yapmaktadır ve Suriye’de olup İran’a sığınan 10.000’i aşkın Afgan milise ise aylık 800 dolar maaş vermektedir. İran’ın onlarca milis grubunun Suriye’de mücadele ettirdiği düşünülürse, bu meblağın ne kadar çok olacağı fark edilebilir.(Kuzu, 2019:44) Son olarak savaş sebebiyle petrol üretimi zarar gören Suriye’yi darboğazdan kurtarmak için İran zaman zaman petrol transferi yapmaktadır.

  • Diplomatik Destek

Suriye krizinde Esad Rejimi’nin en büyük siyasal destekçisi İran olmuştur. İran, Suriye Rejimi’ne verdiği askeri ve ekonomik desteğin yanında diplomatik arenada Beşar Esad’ın halen Suriye’nin meşru cumhurbaşkanı olduğunu savunmuştur. Ayrıca İran, Esad Yönetimi’nin teröre karşı mücadele ettiğini dile getirip 2013’te Şam Guta’da yapılan kimyasal saldırıların sorumlusunun Suriye Devleti olmadığını terörist grupların saldırıyı gerçekleştirdiğini söyledi. (Kuzu, 2019:46) 

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin beş daimi üyesi, Avrupa Birliği temsilcileri, Türkiye, Kuveyt, Katar, ve Irak’ın katılımı ile gerçekleşen Cenevre Görüşmeleri ilk kez 30 Haziran 2012 yılında düzenlenmiştir. Uluslararası düzeydeki bu zirveye Suriye ve İran katılmamışlardır. Bundan sonraki yıllarda da devam eden Cenevre Görüşmeleri’nin üçüncüsü 1 Şubat 2016’da başlamış ancak daha sonra askıya alınmıştır. İran’ın ilk kez davet edildiği bu görüşmeler sonuçsuz kalmıştır. ( Stratejik Ortak, 2018)

Moskova’da Mevlüt Çavuşoğlu, Sergey Lavrov ve Cevad Zarif’in gerçekleştirdiği görüşmenin ardından, Vladimir Putin tarafından Suriye Hükümeti ve muhalifler arasında anlaşma, garantörlük anlaşması ve barış görüşmelerine tekrardan başlama anlaşması olmak üzere üç anlaşma üzerinde mutabakata varıldığı açıklanmıştı. Böylelikle İran, Türkiye ve Suriye ile beraber garantör ülke konumuna geldi ve 30 Aralık 2016’da ateşkes ilan edildi. (Stratejik Ortak, 2018)

Krizin sürmesi üzerine devam eden yıllarda düzenlenen Astana Görüşmeleri ve Soçi Zirveleri’nde İran aktif rol oynamıştır. Son olarak Astana formatındaki Suriye konulu yüksek düzeyli toplantıların on beşincisi 16-17 Şubat 2021 tarihlerinde Rusya’nın Soçi kentinde düzenlenmiştir. (TC Dışişleri Bakanlığı) Görüşmelere İran, Suriye Hükümeti ve muhalefetinden heyetlerin yanı sıra Birleşmiş Milletlerden bir heyetin de geldiğini kaydetti.(Sputnik, 2021) İran’da diğer taraflar gibi bu görüşmelerde, İdlib Bölgesi’ndeki mutabakatlara göre sahada sakinliğin korunmasına yönelik bağlılığını tekrarlamıştır.

İran’ın 2014’ten bu yana Suriye sorunuyla alakalı bazı siyasi çözüm önerileri mevcuttur. Bu öneriler acil Suriye’de azınlıkların korunduğu bir anayasal reform, özgür ve uluslararası denetim altında seçimler ve yeni anayasal kurumlara dayalı ulusal bütüncül bir yönetimin oluşturulmasıdır. (Kazdal, 2018:11)

5. Suriye’deki Son Durum

Suriye, 2021’in başlarından itibaren fiilî olarak üç bölgeye ayrılmıştır. Birinci bölge Esad Rejimi’nin kontrolü altında olan ancak pratikte İran ve Rusya tarafından kontrol edilen bölgedir (Suriye topraklarının %64’ü). İkinci bölge, ABD destekli PKK/YPG güçleri kontrolündedir (%23). Üçüncü bölge ise bir kısmı Tahrir el-Şam tarafından kontrol edilen Türkiye destekli muhalif güçler tarafından kontrol edilmektedir (%13).(iramcenter.org)

6. Sonuç

An Egyptian protester holds his national flag as he shouts slogans against President Hosni Mubarak at Cairo’s Tahrir Square in 2011. Pedro Ugarte/AFP/Getty Images

Arap Baharı ile Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da tutuşan isyan ateşi 2011 yılında Suriye’ye de sıçradı. Beşar Esad Yönetimi’nin barışçıl şekilde başlayan protestolarda halkın üzerine ateş açması sonucu süreç bir iç savaşa evrildi. Birçok muhalif grubun sahneye çıktığı Suriye’de, Esad Rejimi’nin yardımına bölgedeki müttefiki İran koştu. 1979 İran Devrimi’nden bu yana iyi ilişkiler sürdüren Tahran ve Şam Yönetimleri hem bölgesel çıkarları hem de paylaştıkları mezhep yakınlığı sebebiyle bu iç savaş süresince yan yana durdular. İran bölgede hem kendi Devrim Muhafızları ile hem de Hizbullah gibi Şii örgütleri destekleyerek, DEAŞ, YPG/PYD gibi Esad Rejimi’ni devirmek isteyen terör örgütleriyle savaştı. Bunun Suriye’de rejime ve milis gruplara büyük meblağlarda yardımlar yaparak ekonomik destek sağladı. Diplomatik alanda da önemli adımlar atan İran’ın süreçteki en büyük kazancı Astana Görüşmeleri’ne dahil edilip garantör statüsünü elde etmesidir. Ancak yine de uluslararası alanda özellikle ABD’nin tepkisini üzerine çekti. Son olarak, sahip olduğu milis kuvvetleriyle Suriye’de dengeleri değiştirme gücüne sahip olan İran, başından beri yanında olduğu Esad Rejimi’ni Rusya’nın desteğiyle beraber ayakta tutabilmeyi başardı. Ancak savaşın ekonomik maliyeti kendisi için çok ağır oldu. 


KAYNAKÇA

(2021, Şubat 16). tr.sputniknews.com. https://tr.sputniknews.com/rusya/202102161043819982-socide-pandemiden-sonra-ilk-astana-gorusmesi/ 

Arab uprising: Country by country – Tunisia. (2013, December 16). bbc.com. https://www.bbc.com/news/world-12482315

Bilgetürk, İ. (2018).,İran’ın Suriye Politikası Bağlamında Şiilik ve Şii Milisler. ANKASAM | Bölgesel Araştırmalar Dergisi, 2(2).

Duman, B. (2020)  ABD-İran gerilimi Haşdi Şabi’deki ayrışmaları derinleştiriyor. aa.com.tr. https://www.aa.com.tr/tr/analiz/abd-iran-gerilimi-hasdi-sabideki-ayrismalari-derinlestiriyor/1798384 

      Stratejik Ortak, (2018),Dünden Bugüne Tüm Suriye Zirveleri(Kronolojik) https://www.stratejikortak.com/2018/04/suriye-zirve-astana-cenevre-soci.html 

Goodarzi, J. M. (2013) , Syria and Iran: Alliance Cooperation in a Changing Regional Environment. Ortadoğu Etütleri, 4(2), 31-54.

Iran Calls Syrian Protests A Western Plot. (2011, April 12). reuters.com. https://www.reuters.com/article/us-syria-iran/iran-calls-syrian-protests-a-western-plot-idUSTRE73B22V20110412 

Kazdal, M. (2018). İran’ın Arap Baharı Sonrası Suriye Politikasını Anlamak. Artuklu Kaime Uluslararası İktisadi ve İdari Araştırmalar Dergisi, 1(1), 1-15.

Özdemir, Ç. (2016, Kış). Suriye’de İç Savaşın Nedenleri: Otokratik Yönetim mi, Bölgesel ve Küresel Güçler mi? Bilgi, 81-102.

Şen, G. (2012, Ocak). İran ve “Arap Baharı”: Bağlam, Söylem ve Siyaset. Ortadoğu Etütleri, 3(2), 95-118.

Sinkaya, B. (2012). Arap Baharı Sürecinde İran’ın Suriye Politikası. Seta Analiz, (53).

16-17 Şubat 2021 Tarihlerinde Soçi’de Yapılan Suriye Konulu Yüksek Düzeyli Toplantı Hk. (n.d.). mfa.gov.tr. http://www.mfa.gov.tr/no_-60_-subat-2021-tarihlerinde-soci-de-yapilan-suriye-konulu-yuksek-duzeyli-toplanti-hk.tr.mfa 

Sorenson, D. S. (2016). Syria in Ruins: The Dynamics of the Syrian Civil War. Praeger.

Share this article
Shareable URL
Prev Post

2020 DAĞLIK-KARABAĞ SAVAŞI SONRASI GÜNEY KAFKASYA’DA OLUŞAN YENİ DENGELER

Next Post

TUTSAK LİMAN: PORTO RİKO

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Read next