Doğu ve Batı Almanya’nın birleşmesi, Varşova Paktının çökmesi, Sovyetler Birliği’nin dağılması ve küreselleşme uluslararası ilişkiler sistemlerini tamamen değiştirmiştir. Dünyada ve özellikle Avrupa’da yaşanan tüm bu değişiklikler Avrupa’nın siyasi paradigmalarında köklü değişikliklere yol açmıştır. Bu süreçte günümüz Avrupası her ne kadar demokratik ve liberal düzene sahip olsa da, aşırıcılık, yabancı düşmanlığı, ırkçılık, göçmen karşıtlığı, İslam karşıtlığı vb. birçok sorun ve zorluklarla karşı karşıya kalmıştır. Söz konusu sorunlar, Avrupa çapında aşırı sağ ve popülist sağ partilerin güçlenmesine neden olmuştur.
Aşırı sağ tanımlamaları; faşizm, neo faşit, neo nazi, radikal sağ, popülizm, popülist sağ, ırkçı, yabancı düşmanlığı gibi kavramların ayrımlarından çıkarım yapılarak oluşturulmaya çalışılmaktadır. Ülkedeki aşırı sağ algılarının geçmişten gelen yansımalarına göre tanımlar farklılaşmaktadır. “Aşırı sağ, sosyal adalete karşı bir politika izleyen, etnik azınlıkların topluma entegrasyonunun önünü kapatan, yabancı düşmanlığını, antisemitizmi ve ırkçılığı temel alan, irili ufaklı sosyo-politik parti ve kurumların tümünü kapsayan harekettir” (Taş, 1999, s. 76). Aşırı sağın yükselişi 1930’lu yıllardan sonra ilk kez 1980’li yılların sonuna doğru gün yüzüne çıkmaya başlamıştır; Avrupa’da aşırı sağın siyasi seçimlerdeki kıpırdanmalarına dair ilk ciddi işaretler ise 1990’lı yıllarda görülmeye başlamıştır (Allen, 2017). 2004 yılı Avrupa Parlamentosu seçimleri de bu yükselişin artarak devam etmesine sahne olmuştur.
Almanya’da aşırı sağın ilk ortaya çıktığı tarihler 1920’li yıllardır. Bu dönemde Almanya, savaş sonrasında yapılan Versailles antlaşması nedeniyle ekonomik olarak oldukça zayıflamıştır. Versailles Anlaşması, Almanya’nın gelişimini sınırlandırmış ve ekonomiye ağır yük getirmiştir. Bu dönemde ülke hem sosyal, hem ekonomik, hem de politik açıdan zor bir dönemdeydi. Mali ve ticari bunalımlar; sallantıda olan ekonomi, Weimar demokrasisi için yıkıcı etki yaratmıştır. 1933’te Adolf Hitler ve nasyonal sosyalist hareketin iktidara gelmesi ile Almanya’da yeni bir dönem başlamıştır. Hitler’in yaratmayı hedeflediği Almanya ülküsü; ırk açısından homojenleştirilmiş bir toplum, düşmanları ezmekten zevk alan ve işbirliğini reddeden bir kuvvet, mücadele ve nefret ideolojisinin hakim olduğu bir Almanya ülküsüydü. İkinci Dünya Savaşı’nda Almanya’nın yenilip işgal edilmesinin ardından, Nazi Almanyası tarihe gömülmüştür. Savaşın galip devletleri aşırı sağın Almanya’da bir daha asla güçlenmemesi için bir anayasa hazırlamışlardır. 1949’da, ABD’nin de etkisiyle yürürlüğe giren Batı Almanya Anayasasına (Grundgesetz) göre, tüm antidemokratik parti ve örgütler yasaklanmıştır. Aşırı sağ akımı, hiçbir zaman tekrar kitle hareketi boyutuna erişememiştir. Ancak iki Almanya’nın birleşmesinden sonra bu akımın tekrar güçlenmesi, toplumda bu eğilimin köklerinin yok olmadığını göstermektedir.
Berlin duvarının yıkılmasının ve Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından Doğu Almanya komünist rejimin ideolojik etki alanından çıkmıştır. Böylece Almanya’nın, takip ettiği politikalar değişim göstermiştir. Bu değişimin en temel sebepleri; göçmenlerdir.
Orta Doğu’da gerçekleşen Arap Baharı ile Avrupa’da artan kitlesel göçler, ağırlıklı olarak Avrupa Birliği’nin ekonomik gücü olarak öne çıkan Almanya’yı etkilemiştir. (Aras ve Sağıroğlu, 2018). Avrupa da sanayileşme ile birlikte artık göçmen işçiye ihtiyaç duyulmaması ve bu göçmenlerin ekonomi üzerinde bir yük olarak görülmeye başlanmasıyla aşırı sağ partiler güçlerini artırmıştır. Almanya Nazizme karşı gelen, aşırı sağcı eylemleri görmeyi reddeden bir ülkeyken bir anda radikal sağcı şiddet olaylarıyla sarsılmıştır.
Bu çerçevede Almanya için Alternatif Partisi (AfD/ Alternative für Deutschland), siyasi parti olarak kurulduğu andan itibaren göç ve göçmen konusuna mülteci sorununa yaklaştığı gibi yaklaşmıştır. Bu çerçevede temelde sağ ideolojiye konumlanan, söylemleriyle sağ popülist veya bazı durumlarda aşırı sağ olarak gösterilen AfD için göç ve göçmen konusu karşıtlık ekseninde değerlendirilmiştir. Bu sorunların çözümü olarak görünen Almanya için Alternatif partisi (AfD) 2013, 2017 ve 2019 seçimlerinde seçmenlerden büyük destek almıştır. Bu durum, Almanya’da İkinci Dünya Savaşı sonrasından bu yana ilk kez bir aşırı sağ partinin üçüncü parti haline gelmesine yol açmıştır.
AfD, Eylül 2012’de Konrad Adam (d. 1942), Alexander Gauland (d. 1941) ve Bernd Lucke (d. 1962) dahil olmak üzere bir grup CDU üyesinin, “Wahlalternative-Seçim Alternatifi 2013” adlı bir siyasi eylem grubu kurmasıyla birlikte politik hayatına başlamıştır. (Berbuir, Lewandowsky ve Siri, 2015, ss. 154- 155). 2009 Avro krizi, Avrupa Birliği’nin (AB) Alman iç siyasetine müdahalesi, sığınmacı sayısındaki artış ve terör saldırıları AfD oylarını gittikçe arttırmıştır.
2013 yılında kurulan bir parti olarak katıldığı seçimlerde elde ettiği oy oranları dikkate alındığında istikrarlı bir şekilde büyüdüğü ve ayrıca hızlı şekilde bölgelerde örgütlendiği görülmektedir (Berbuir, Lewandowsky ve Siri, 2015, ss. 154- 155). Parti 2013 yılında kurulduğunda avro krizinden etkilenen AB ülkelerini kurtarma konusundaki muhalif politikaları desteklemiştir. Ancak sonraki süreçte, mülteci krizi sonucu göçmen/sığınmacı ve İslam karşıtı söylemler geliştirmeye başlamıştır.
AfD, 2013’te Almanya’nın çıkarlarıyla örtüşmediği ve Almanya’ya zarar verdiğini iddia ettiği söylemleriyle Euro karşıtı bir parti olarak kurulmuş, ve zamanla AB bütünleşmesine tamamen karşı çıkmaya başlamıştır. Talepleri gittikçe yabancı düşmanlığına evrilen AfD, 94 sandalyeyle meclise girmiştir. Bu durum gerek Alman iç siyaseti gerekse ulusüstü siyasetin yürütüldüğü AB için tedirgin edici hale gelmiştir.
Almanya’da popülist radikal sağ aktörler, özellikle Almanya için Alternatif Partisi (Alternative für Deutschland – AfD) ve aşırı sağ gruplar güç kazandıkça ülkedeki demokrasinin tehlikeye gireceğine dair genel bir kaygı oluşmuştur. Aralık 2019’da Almanya’da yapılan bir ankete göre, Alman halkının %53’ü AfD’nin güçlenmesinin Alman demokrasisini tehlikeye soktuğuna inandıklarını belirtmiştir (DW: Eylül 2019). Şansölye Angela Merkel, Ocak 2020’de yapılan Thüringen eyalet seçimlerinde AfD’nin desteği ile Hür Demokrat Parti (Freie Demokratische Partei, FDP) adayı Thomas Kemmerich’in Thüringen eyaleti başbakanı seçilmesi sonrasında AfD’yi demokrasiyi felce uğratmakla suçlamıştır (The Local: Şubat 2020).
Sonuç olarak, Küresel alanda yaşanan değişim ve gelişmeler ülkelerin iç ve dış siyasi yapılarını oldukça fazla etkilemektedir. Özellikle artan küreselleşme ile birlikte devletlerin geliştirdikleri siyasi, sosyal ve iktisadi yapılanma ve devlet politikalarının gücü de her geçen gün daha fazla önem kazanmaktadır. Bu bağlamda aşırı sağ partiler ve hareketlerin Avrupa siyasetindeki yeri de giderek artmaktadır. Bu noktada özellikle Avrupa ülkelerinde demokrasiyi, liberal düzeni tehdit eden eylem ve durumlar ortaya çıkmaktadır.
Aşırı sağın yükselişi 1930’lu yıllardan sonra ilk kez 1980’li yılların sonuna doğru gün yüzüne çıkmaya başlamış ve II. Dünya Savaşı sonrası Almanya’yı aşırı sağ noktasında önemli bir hale getirmiştir. Orta Doğu’da gerçekleşen Arap Baharı ile Avrupa’ya kitlesel göçler artmış, ve büyük ekonomik güç olarak öne çıkan Almanya, söz konusu göçten oldukça fazla etkilenmiştir. Bu çerçevede Almanya için Alternatif Partisi (AfD/ Alternative für Deutschland) de, siyasi parti olarak kurulduğu andan itibaren yükselişte olan bir parti olarak göç ve göçmen konusunda siyaseti kanalize etmiştir. AfD’nin amacı ülkesindeki göçmen ve mülteci sayılarını azaltarak Alman Hıristiyan kültürünü korumaktır. AfD çoğulculuğu reddedip, azınlıkların temel hak ve özgürlüklerini göz ardı etme eğilimindedir. Ayrıca ana akım partiler, AfD’yi Almanya’daki aşırı sağ grupların mültecilere yaptıkları saldırıları desteklemekle suçlamaktadır.
Tüm bu süreçteki önemli olan husus, AfD’nin iktisadi kriz ve göç dalgasında ortaya çıkan bir fenomen olmasıdır. Yine, AfD’nin oy artışının, göçmenler sorunu üst düzeye geldiğinde gerçekleştiğini hesaba kattığımızda AfD’nın başarısı düşündürücüdür. Tüm bu tespitler ışığında AfD’nin Alman demokrasisi için potansiyel bir tehlike olduğu sonucuna varmak mümkündür.
Tuba Yıldırım tarafından The FEAS Journal adına hazırlanmıştır.
Kaynakça
“‘Cripple democracy’: How the far-right is out to shatter German politics,` The Local, 12 Şubat 2020, https://www.thelocal.de/20200212/destructive-farright-out-to-shatter-german-politics
“2019 European Election Results,” European Parliament, 2019, https://election-results.eu/national-results/germany/2019-2024/
ALLEN, T. J. (2017). Exit to the right? Comparing far right voters and abstainers in Western Europe, Electoral Studies, 50: pp. 103-115
Aras, İ., Sağıroğlu, A. (2018). Almanya ve Suriyeli Mülteci Krizi. Uluslararası İlişkiler ve Diplomasi, 1(1), 105-116.
Berbuir, N., Lewandowsky, M., Siri, J. (2015). The AfD and its Sympathisers: Finally a Right-Wing Populist Movement in Germany?. German Politics, 24(2), 154-178.
Dartan, M. ve Göral, E. (2017) “Almanya’daki Türk Göçmenlerin Türkiye’nin Avrupa Birliği Üyeliği Sürecine Bakışı: Bir Anket Değerlendirmesi”. Marmara Avrupa Araştırmaları Dergisi, 25(1): 35-73.
Goziev, R., & Özel Özcan, M. (2020). The Rise of Extreme Right and the Alternative Party for Germany (AfD). Akademi Sosyal Bilimler Dergisi, 76-89. doi: https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/1305036
Öner, S. (2014). Avrupa’da Yükselen Aşırı Sağ, Yeni ‘Öteki’ler Ve Türkiye’nin Ab Üyeliği. Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi, 13(1), 163-184.
Öner, S. (2014). Dıfferent Manıfestatıons Of The Rıse Of Far-Rıght In European Polıtıcs: The Cases Of Germany And Austrıa. Marmara Journal of Studies, 22(2), 85-106.
Sputniknews Türkçe. (2016). Almanya’nın göçmen karşıtı partisinde anti-semitizm bölünmesi. https://sptnkne.ws/htEH