1923-1960 DÖNEMİ TÜRKİYE DIŞ TİCARET POLİTİKALARI

Bu çalışmada Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan 1960 senesine dek izlediği dış ticaret politikaları ve bu politikaların yaratmış olduğu etkiler ile sebepleri belli dönemlere ayrılarak ele alınmıştır.

LİBERAL POLİTİKALAR DÖNEMİ (1923-1929)

Kurtuluş Savaşı’nın ardından, cumhuriyetin ilanından önce 17 Şubat 1923 tarihinde İzmir İktisat Kongresi toplanmıştır. Bu kongre dönemin en önemli gelişmesi olup yeni Türkiye’nin ekonomik sorunları farklı kesimlerce 4 Mart 1923 tarihine dek tartışılmıştır.

Türkiye İzmir İktisat Kongresi, 1923.

Kongrenin amaçları; tüccar, çiftçi, sanayici ve işçi kesimin sorunlarını ve taleplerini belirleyerek bu istekleri yönetime iletmek ve yabancı ülkelere Türkiye ekonomisinin geleceğine ilişkin olarak ortaya konulan genel çerçeveyi açıklamaktır (Eğilmez, 2019). En temel amaç ise ekonomik bağımsızlığı elde etmekti. Kongreye askeri delegeler katılmaz iken en hazırlıklı gelen kesim ise tüccarlar olmuştur.

Kongrede alınan kararların en önemlileri yerli üretimin teşvik edilmesi ve lüks ithalattan kaçınılması, girişim ve çalışma özgürlüğünün esas olması, tekelciliğe izin verilmemesi, ekonomik kalkınmaya katkı sağlanması ve kanunlara uyulması koşulu ile yabancı sermayeye izin verilmesidir (Eğilmez, 2019). Kongrede liberal ve milliyetçi ekonomi politikaları benimsenmiştir. Sonuç olarak, İktisat Kongresi’nde özel girişimciliğin canlandırılması ve bunun için kredi olanaklarının ve eğitim, ulaştırma, haberleşme gibi altyapı ve teknik hizmetlerin hükümetçe sağlanması; gerekli yasal düzenlemelerin yapılması planlanmıştır. Osmanlı’dan devir alınan ekonomik yapı, ulusalcı bir anlayışla onaylanmış ve ekonomik faaliyetlerin etkinlik kazanması için yasal ve kurumsal düzenlemeler öngörülmüştür (Kepenek & Yentürk, 2001).

Bu dönemde dışa açık bir ekonomi politikasının izlenmesinin önemli bir nedeni Lozan Barış Antlaşması’nın ekonomik hükümleridir. Antlaşma hükümleri gereğince 1916 yılında imzalanan Osmanlı Gümrük Tarifeleri beş yıl geçerli kalmıştır. Bu sebeple 1929 yılına dek gümrük tarifeleri arttırılamamıştır (Uludağ & Arıcan, 2003).

Dönem boyunca özel sektörün gelişimi için çabalayan ve bu alanda getirilen devlet düzenlemeleri ile finansmanı desteklemek adına önce 1924 yılında İş Bankası, sonrasında ise 1925 yılında Sanayi ve Maden Bankası kurulmuştur. 1927 yılında çıkarılan Teşvik-i Sanayi Kanunu ile özel girişimciliğin desteklenmesi ve özendirilmesi amaçlanmıştır. Lakin bütün çabalara rağmen özel sektörde beklenen gelişme sağlanamamıştır

Kuruluş ve liberal ekonomi politikası dönemi, 1929 yılında New York Borsası’nın çökmesiyle meydana gelen ve ‘Büyük Buhran’ olarak bilinen ekonomik krizin patlak vermesi ile sona ermiştir. Büyük Buhran tüm dünyayı etkilendiği için ihracat 75 milyon dolara, ithalat ise 124 milyon dolara yükselmiş ve dış ticaret açığı 49 milyar dolara ulaşmıştır (Özdemir, Yiğit, & Oral, 2016).

PLANLI DEVLETÇİ POLİTİKALAR DÖNEMİ (1930-1939)

1929 Krizi ile beraber tüm dünya gibi ciddi biçimde etkilenen Türkiye de devletçi ve korumacı ekonomi politikalarına geçiş yapmıştır.

1930 yılında Türkiye Merkez Bankası’nın kuruluşundan sonra 1932’de sanayiye kredi sağlamak üzere Sanayi Kredi Bankası, kamu ve özel sektör projelerini inceleyip değerlendirecek Devlet Sanayi Ofisi ve 1933 senesinde tekstil ürünlerinin üretimi ve ticaretini gerçekleştirmek üzere Sümerbank kurulmuştur (Özcan, 1998). Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın kurulması iki açıdan önemlidir: Türkiye artık kendi parasını kendi Merkez Bankası eliyle basabilecekti ve para politikasını yönlendirecek bir kurum ortaya çıkmıştı. Aynı yıl Türk Parasını Koruma Kanunu çıkarıldı. Bu kanun, Türk Lirası’nın yabancı paralarla olan ilişkisini sabit döviz kuru rejimine bağlayan ve kambiyo denetimini öngören bir kanundur. Buna göre Türkiye’ye döviz girişi, çıkışı ve döviz üzerinden yapılacak her türlü işlem devlet denetimi altına alınmıştır (Eğilmez, 2019).

Türkiye, 1930 yılından itibaren devletçi sanayileşme politikasını ithal ikameci dış ticaret politikası ile desteklemeye başlamıştır. 1930-1933 yılları arasında çıkarılan yasal düzenlemelerle koruyucu dış ticaret rejimi ve kambiyo rejimi güçlendirilmiş, döviz tasarrufu sağlanarak dış açığın azaltılması amaçlanmıştır (Dikkaya & Üzümcü, 2017). 1934 yılına gelindiğinde ise Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı uygulanmaya konuldu. Bu plan çerçevesinde beş sektörde (dokuma sanayisi, maden işleme sanayisi, kâğıt sanayisi, kimya sanayisi ve toprak sanayisi) sanayi tesisleri kurulmaya başlandı. Bu planın gerektirdiği yatırımlara 100 milyon lira harcanmış, harcamaların bir bölümü ise Sovyetler Birliği’nden sağlanan krediler ile yapılmıştır (Eğilmez, 2019). Bu planın başarısının ardından İkinci Beş Yıllık Sanayi Planı hazırlanmış fakat 1939’da patlak veren II. Dünya Savaşı sebebi ile uygulamaya konamamıştır. Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı’nın önceliği tüketim mallarının üretimi iken uygulanamayan İkinci Beş Yıllık Sanayi Planı’nın önceliği yatırım mallarının üretimi idi.

Dönemin dış ticaret politikasının başlıca amacı ticaret açığından kaçınmak idi. Bu amaca ulaşılması için dış ticaret büyük ölçüde ikili anlaşmalarla yürütülmüştür. Türkiye’nin mallarını satın alan ülkelerden mal alınması, yerli üretimi yapılan malların dış alımının sınırlandırılması ve ikili anlaşma konusu olan malların dış alımının serbestliği uygulanan politikanın başlıca öğeleridir. Bu süreçte başta Almanya olmak üzere birçok ülke ile kliring anlaşmaları yapılmış, dış satım karşılığı dış alım yaklaşımı uygulanmıştır (Kepenek & Yentürk, 2001).

II. DÜNYA SAVAŞI DÖNEMİ (1939-1945)

1 Eylül 1939 tarihinde Nazi Almanyası’nın Polonya’yı işgali ile II. Dünya Savaşı başlamıştır. Türkiye bu savaşa doğrudan girmemiş olsa bile dünyada hâkim olan savaş ekonomisinin getirdiği tüm olumsuzluklardan etkilenmiştir. Savaşa girme ihtimali ile beraber işgücünü oluşturan kesimin büyük çoğunluğunun askerliğe çağırılmış, bu da özellikle tarımsal üretimde ciddi aksaklıklara sebebiyet vermiştir. Bu dönemde savaş ekonomisi sebebiyle enflasyon yükselmiş, bütçe açığı artmış ve büyüme oranı eksiye düşmüştür. Dış ticaretimiz ise sürekli fazla vermiştir.

1940 yılına gelindiğinde Milli Koruma Kanunu çıkarılmış, bu yolla fiyatların ve diğer ekonomik göstergelerin bir bölümünün devlet tarafından saptanmasının esasları belirlenmiştir. Devletçi politikaları ekonomi politikasının temeline oturtmayı güçlendiren bu kanun aynı zamanda karaborsa gibi piyasa dışı eylemlere karşı yaptırımlar öngören bir ceza kanunu niteliği de taşımaktaydı (Eğilmez, 2019).  

Bu kanunun ardından 11 Kasım 1942’de Resmi Gazete’de kabul edilen Varlık Vergisi uygulamaya konmuştur. Bu servet vergisi bir defaya mahsus olmak üzere varlıklı kesimden (Resmi Gazete’de büyük çiftçi olarak tanımlanmıştır) alınmıştır. Vergi mükelleflerinin büyük çoğunluğunu azınlıklar oluşturmaktadır.

LİBERAL EKONOMİ POLİTİKASI DÖNEMİ (1946-1960)

II. Dünya Savaşı’nın sona ermesi ve ABD-SSCB soğuk savaşının başlamasıyla birlikte hem dünyada, hem de Türkiye’de ekonomik ve politik açıdan önemli gelişmeler yaşanmıştır.

Türkiye’de 1946 yılında çok partili sisteme geçilmiş ve ülke tarihinin ilk önemli devalüasyonu gerçekleşmiştir. 7 Eylül 1946’da gerçekleşen bu devalüasyonun sebebi 1945’ten sonra hızla artan ithalat karşısında döviz rezervlerinin hızla erimesidir. Gerçekleştirilen devalüasyon sonucu 1 ABD Doları 1,29 TL iken 2,80 TL olmuştur. IMF üyeliği öncesi kur değerini ayarlama, ithalatı pahalı hale getirerek azaltma, ihracında zorlanan ürünleri kolay ihraç etme amaçlı bu yüksek oranlı devalüasyona karşın ihracat yeterince artmamış, aksine ithalat ve dış açıklar 1947’den itibaren yeniden hızla artmıştır (Dikkaya & Üzümcü, 2017)

Ülke içinde yaşanan bir başka önemli gelişme ise ilk kalkınma planının hazırlanmasıdır. ‘Vaner Planı’ olarak da bilinen ilk Beş Yıllık İktisadi Kalkınma Planı 1947^de hazırlanmış, 1948 ve 1952 yılları arası uygulanması öngörülmüştür. Fakat yeterli yabancı kaynak olmadığı için bu plan uygulanamamıştır.

II. Dünya Savaşı’nın sonlanmasının ardından SSCB devlet başkanı Stalin’in yayılmacı bir politika izlemesinin de etkisiyle ABD başkanı Truman (Roosevelt’in görev başında ölmesi ile başkan yardımcısı iken başkanlık görevini devralmıştır.), bu yayılmacılığa karşı komünizmle mücadele eden devletleri desteklemek için 1947’de kendi adıyla anılan doktrini devreye soktu (Eğilmez, 2019).  Doktrin kapsamında Yunanistan’a 300 milyon, Türkiye’ye ise 100 milyon dolar yardım yapıldı.

Sovyetlerin ve komünist düşüncenin batıda yayılmasını engellemek amacıyla savaştan çıkmış ve güçten düşmüş Avrupa’nın bu bölgedeki etkisini geri kazanabilmesi için 1948 yılında adını dönemin ABD Dışişleri Bakanı George Marshall’dan alan Marshall Planı devreye sokulmuştur. Plan kapsamında arasında Türkiye’nin de bulunduğu on altı ülkeye maddi yardımda bulunulmuş, Türkiye’nin payına ise 350 milyon dolar düşmüştür.

1947 yılında yaşanan iki önemli gelişme daha vardır. Bunlar Türkiye’nin IMF ve Dünya Bankası’na üye oluşudur. Daha önce de bahsedilen 1946 devalüasyonu, IMF üyeliğine hazırlık amacı taşımaktadır. Türkiye aynı zamanda 1945 yılında kurulan Birleşmiş Milletler’in kurucu üyelerinden biri olup, 1952 yılında üç sene önce kurulmuş olan NATO’ya üye olmuştur. Buradan da açıkça anlaşılmaktadır ki Türkiye,  II. Dünya Savaşı sonrası oluşan yeni iki kutuplu dünya düzeninde oyunu batıdan ve ABD’den yana kullanmıştır.

1950 yılına gelindiğinde Demokrat Parti’nin iktidara gelişi ile birlikçe devletçi politikalar bir kenara bırakılmış ve liberal ekonomi politikalarına yönelme yaşanmıştır. Bu dönemde yabancı sermayenin de Türkiye’de faaliyette bulunabilmesi ve ekonomik kalkınmaya katkı sağlayabilmesi için Petrol Kanunu ve Yabancı Sermayeyi Teşvik Kanunu çıkarıldı. Dönemin ilk yıllarında tarım başta olmak üzere bütün kesimlerde önemli gelişmeler meydana gelmiştir. Tarımda makineleşmeye gidilmiş, bu konuda teşvik politikaları uygulanmıştır. Kredi olanakları arttırılmış, altyapı yatırımlarına girişilmiş ve kalkınma amaçlı dış yardımlar sağlanmıştır (Eğilmez, 2019)

Uygulanan bu politikalar başlangıçta olumlu sonuçlar doğursa da 1954 yılına gelindiğinde bozulmaya başlamış, dış ticaret açığı artınca ithalatın liberasyonundan vazgeçilmiştir. Hükümet 1956’dan itibaren ithalata miktar kısıtlamaları getirmiş, Milli Korunma Kanunu tekrar yürürlüğe sokularak fiyat kontrollerine gidilmiş, sıkı kambiyo denetimi ve kotalara rağmen bunalım aşılamayınca uluslararası kuruluşlardan yardım istemiştir (Kazgan, 1988).

1958 yılında uygulanan İstikrar Kararları ile dış ticaret açığı azaltılması amacı ile tekrar devalüasyon yaşanmış, dolar 2,8 TL’den kademeli bir şekilde 9 TL’ye çıkmıştır. Dış ticaret hacmi genişlemiş fakat dış ticaret açığı artmaya devam etmiştir. Kısacası İstikrar Kararları da enflasyonu ve açıkları gidermede başarılı olamamıştır. Böylece liberal politikalara dönüş denemeleri başlangıçta olumlu bir yol çizse de iyi hazırlanamamış uygulamalar sonucu ekonomik bir çöküşle sonuçlanmış, Türkiye ekonomisinde bir dönem daha kapanmıştır.


KAYNAKÇA

Dikkaya, M., & Üzümcü, A. (2017). Uluslararası Ticaret ve Finans. Ankara: Savaş Yayınevi.

Eğilmez, M. (2019). Türkiye Ekonomisi. İstanbul: Remzi Kitabevi.

Kazgan, G. (1988). Ekonomide Dışa Açık Büyüme. İstanbul: Altın Kitaplar Yayınevi.

Kepenek, Y., & Yentürk, N. (2001). Türkiye Ekonomisi. İstanbul: Remzi Kitabevi.

Özcan, H. A. (1998). Dünden Bugüne Dış Ticaretimizdeki Gelişmeler. Dış Ticaret Dergisi (Özel Sayı), 41-76.

Özdemir, Ü., Yiğit, G. K., & Oral, M. (2016). Cumhuriyetten Günümüze Ekonomi Politikaları Bağlamında Türk Dış Ticaretinin Gelişimi. Doğu Coğrafya Dergisi , 149-174.

Uludağ, İ., & Arıcan, E. (2003). Türkiye Ekonomisi (Teori-Politika-Uygulama). İstanbul: Der Yayınları.

Share this article
Shareable URL
Prev Post

DAVRANIŞÇILIK EKOLÜ

Next Post

NEDEN İSTANBUL SÖZLEŞMESİ YAŞATIR?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Read next