DÜNÜ, BUGÜNÜ VE YARINI İLE NATO: OLUŞUM SÜRECİ

Bu makalenin orijinal hali DefenceTurk.net sitesinde yayınlanmıştır. The FEAS JournalDefenceTurk.net ile iş birliği çerçevesinde iki platformda da ortak yazılar yayımlamaktadır. © Bu yazının telif hakları The FEAS Journal ile paylaşılmıştır.


NATO (North Atlantic Treaty Organization)’nun kuruluşunu anlamamız için dönem içerisindeki gelişmelere ve şartlara bakmak,; bunlara paralel olarak “gelişmeler ve şartlar  NATO’yu nasıl meydana getirdi?” bağlamında analiz etmemiz gerekmektedir.

II. Dünya Savaşı Sonrası İçin Arayışlar

İkinci Dünya Savaşı döneminde, savaş sonrası için yeni düzenlemeler düşünülmekteydi. Ekim 1943’teki Moskova Konferansı, 28 Kasım-11 Aralık 1943 tarihleri arasında toplanan Tahran Konferansı, 21 Ağustos-7 Ekim 1944 tarihleri arasında toplanan Dumbarton Oaks Konferansı, 4-11 Şubat tarihleri arasında toplanan Yalta Konferansı’nda Birleşmiş Milletler’in yapısı haricinde savaş sonrası uluslararası sistem açısından genel bir uzlaşı mümkün olmamıştır.

***Rusya Savunma Bakanlığı Merkez Arşivi tarafından yakın zamanda Yalta Konferası ile ilgili olarak belgeler yayınlandı.  Belgelerde Yalta şehir yapısı, hava savunma top üsleri, uçuş trafik kayıtları gibi bilgiler yer alıyor.

Kırım’da bulunan Yalta’da ’toplanan Konferans’ına katılan İngiliz Başbakan Churchill , ABD Başkanı Roosavelt ile ve Rus lideri Stalin

II. Dünya Savaşı’ndan ‘İki Kutuplu’ Sisteme

8 Mayıs 1945 tarihinde Almanya’nın teslim olmasıyla İkinci Dünya Savaşı Avrupa topraklarında sona ermiş ve diplomatik zeminde ortaya çıkan farklılıklar somut bir hal almaya başlamıştır. İkinci Dünya Savaşı sonrası dünya siyaseti, iki temel güç merkezinin belirgin biçimde öne çıktığı bir görünüm ortaya koymuştur. Bunlardan ilki daha 1914’te toplam sanayi üretiminde öne çıkan, her iki savaşın da topraklarında cereyan etmediği ve hatta savaş ekonomisinin uzun vadede ekonomisini geliştirdiği bir ülke olan Birleşik Devletler’dir. Diğeri ise savaş topraklarında cereyan etmesine rağmen yaşamsal ölçekte yıkıma uğramamış olan, ordusuyla Avrupa’nın en güçlü devleti konumunda bulunan ve savaş stratejisiyle Doğu ve Orta Avrupa’da etki alanı kazanan Sovyetler Birliği’dir. Bu dönemde Sovyetler Birliği Batı açısından kayda değer bir tehdit teşkil etmiştir; iki büyük askeri ve sanayi güç olan Almanya ve Japonya’nın yenilmesinden sonra Avrupa ve Pasifik’te yani Sovyetler Birliği’nin batısında ve doğusunda güç boşluğu ortaya çıkmıştır. Bu durum ise Sovyetler Birliği’nin bu boşlukları doldurarak yayılma ve güçlenme tehdidini ortaya çıkarmıştır. Nitekim Sovyetler Birliği’nin ve temsil ettiği komünist sistemin yayılmasının engellenmesi, yani Sovyetler Birliği’nin çevrelenmesi temel strateji olmuştur.

İkinci Dünya Savaşı’nın getirdiği olağanüstü koşullar altında aynı tarafta bulunan iki aktör; Birleşik Devletler ve Sovyetler Birliği, savaşın bitmesiyle bir ideoloji rekabetine girmişlerdir. Bir tarafta kapitalizmin öncüsü olan Birleşik Devletler, diğer tarafta komünist ideolojinin savunucusu olan Sovyetler Birliği vardır. Savaşın bitimiyle Orta ve Doğu Avrupa’da oluşan güç boşlukları Sovyet yayılmacılığı için büyük bir hedef haline gelmekteydi. Bu bağlamda Estonya, Letonya, Litvanya, Finlandiya, Polonya ve Romanya işgalleri önemli noktalardır.

İkinci dünya savaşı sonrası sovyet işgalleri ile ilgili görsel sonucu"
SSCB tarafından II. Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında işgal ve ilhak edilen bölgelerl

Yayılmacı’ Sovyet Rusya ile ‘Muhafız‘ Birleşik Devletler

Sovyetlerin savaş biter bitmez, bir yandan İran, Türkiye ve Yunanistan üzerinde baskı uygulaması ve öte yandan da işgali altındaki Avrupa ülkelerinde komünist rejimleri baskı ve tehdit metotları ile kurması, özellikle Birleşik Devletlerin, Sovyet Rusya ile barışta işbirliği yapabileceği hususundaki ümitlerinin çabucak kaybolmasına sebep oldu. Birleşik Devletler tekrar Monroe Doktrini’ne dönmek için, Avrupa’dan çekilmek şöyle dursun, Sovyet Rusya’nın şimdi yaratmaya başladığı tehlike ve tehdidi gayet açık olarak görmeye başladı. Bu sebeple, 1947 Mart ayında Truman Doktrini’ni ve 1947 Haziran ayında da Marshall Planı’nı ortaya attı. Truman Doktrini, Birleşik Devletler’in Sovyet tehdidine maruz kalan ülkeleri destekleme kararını ve Marshall Planı da Avrupa’yı ekonomik bakımdan kalkındırma ve güçlendirme kararını ifade ediyordu.

Savaştan sonra Birleşik Devletler, Birinci Dünya Savaşı sonrasında yaptığı gibi tekrar kendi kabuğuna çekilmeyerek meydanı Sovyetlere bırakmamıştır. Birleşik Devletler’in bu tutumu aslında Moskova için de  tam bir sürpriz olmadı. Uydu ülkelerle Moskova arasındaki bağları daha da güçlendirmek ve aynı zamanda da milletler arası komünist faaliyet ve hareketlerini bir merkezden idare etmek için yeni tedbirler almaya sürükledi.

1947 Eylül ayında Sovyet Rusya, Yugoslavya, Bulgaristan, Romanya, Macaristan, Polonya, Çekoslovakya, Fransa ve İtalya komünist partilerinin liderleri Polonya’nın Poreba şehrinde toplandılar ve yayınladıkları belgelerle 5 Ekim 1947’de Kominform(Communist Information Bureau)’un kurulduğunu ilan ettiler. Gerek belgelerde, gerek verilen demeçler ve yapılan konuşmalarda Birleşik Devletler’e, Truman Doktrini’ne ve Marshall Planı’na çatılması, Kominform’un kuruluş sebebini açıklayan bir husus niteliği taşımaktadır.

NATO’ya Giden Yol..

BENELÜKS ile ilgili görsel sonucu"

Daha önce değinildiği gibi Birleşik Devletler’in Sovyet Rusya’nın yayılmacılığını kısıtlamak için çevrelenmesini istediği bir gerçektir. Bu bağlamda İngiltere ve Fransa arasında imzalanan Dunkirk Antlaşması önemli bir adımdır. 1948’de gerçekleşen Prag darbesi Avrupa ülkeleri için aranılan sebep olmuş, İngiltere, Fransa ve BENELÜKS ülkeleri ile ortak savunma anlaşması olan Brüksel Antlaşması (17 Mart 1948) imzalanmıştır. 11 Haziran 1948’te Amerikan senatosu tarafından kabul edilen Birleşmiş Milletler’in 51. madde tasarısı (bireysel toplu müdafaa hakkı), NATO’ya giden yolu açmış, Brüksel Antlaşması’nın tarafları ile Birleşik Devletler, Kanada, İtalya, Danimarka, Norveç, Portekiz ve İzlanda’nın 4 Nisan 1949’da imzaladıkları Kuzey Atlantik Antlaşması ile NATO kurulmuş oldu (yürürlüğe giriş tarihi 24 Ağustos 1949’dur).

 ***BENELÜKS: Belçika, Hollanda ve Lüksemburg’un coğrafî olarak birlikteliğini anlatan, politik ve resmi bir iş birliği temeline oturan birliktir

İlgili resim
Brüksel Antlaşması İmzalanıyor / 17 Mart 1948

Brüksel Anlaşması imzacıları, güvenlik garantilerine ve karşılıklı taahhütlere dayalı bir Kuzey Atlantik İttifakının ihdası amacıyla, Birleşik Devletler ve Kanada ile müzakerelere başlamıştır. Sürece Danimarka, İzlanda, İtalya, Norveç ve Portekiz de davet edilmişler ve neticede NATO’yu kuran Kuzey Atlantik Antlaşması 12 ülke tarafından Nisan 1949’da imzalanmıştır. 1952’de ülkemiz ve Yunanistan, 1955’te Almanya ve 1982’de İspanya ittifaka üye olmuştur. NATO, Soğuk Savaşın sona ermesine müteakip üç genişleme dalgası yaşamıştır: 1999’da Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Polonya, 2004’de Bulgaristan, Estonya, Letonya, Litvanya, Romanya, Slovakya, Slovenya, 2009’da ise Hırvatistan ve Arnavutluk NATO’ya üye olmuştur.

NATO’da Alan Dışılık Sorunu

Alan Dışılık (Out of Area) kavramı NATO terminolojisinde İttifak’ın görev alanı dışında kalan bölgeleri ifade etmek için kullanılır. Görev alanından kasıt yalnızca coğrafi alan değil aynı zamanda NATO’nun amaç ve ilkeleridir.

Antlaşma metninden (md. 5 ve 6) açıkça anlaşıldığı gibi, NATO’nun görev alanı üye devletlerin ülkeleri ve bunların Yengeç Dönencesi kuzeyinde ve Akdeniz’de bulunan adaları, uçakları ve gemileridir. Diğer yandan, bu görev BM Antlaşmasının 51. maddesinde ifadesini bulan ‘meşru savunma’ ilkeleriyle sınırlıdır. Yani NATO, meşru savunma dışında herhangi bir askeri operasyona girişemeyeceği gibi, NATO imkan ve tesisleri de böyle bir amaç için kullanılamaz.

Hukuksal durum böyleyken örgütte alan dışılık sorununun ortaya çıkmasının nedeni başta Birleşik Devletler olmak üzere bazı ittifak üyelerinin NATO imkanlarını ittifakın bu amaçları ve alanı ötesinde kullanmak istemesidir.

Alan Dışılık sorunu ilk kez, 1958’deki Lübnan müdahalesi için Birleşik Devletler’in Türkiye’deki İncirlik Üssü’nü kullanmasıyla ortaya çıktı. Birleşik Devletler bundan sonra aynı amaçlarla girişimde bulunduysa da Türkiye, 1967 Arap-İsrail Savaşı, 1969 Lübnan ve 1970 Ürdün olayları, 1973 Arap-İsrail Savaşı ve 1980’de İran’a müdahale girişimi durumlarında ülkesini alan dışı müdahale için kullandırtmayı reddetti.

Alan Dışılık konusu, SSCB’nin dağılma sürecine girdiği dönemde kendisine yeni görev alanları arayan NATO’nun kimi girişimlerinde tekrar gündeme geldi ve örgüt bu sorunu aşmak için çeşitli çözüm yolları arayışına girdi.

Bunlardan ilki Irak’ın 2 Ağustos 1990’da Kuveyt’i işgaliyle başlayan Körfez kriziydi. Bu krizin sona ermesinin ardından bir bölümü Türkiye’de konuşlandırılacak bir Acil Müdahale Gücü’nün kurulmasına hukuksal zemin oluşturmak için Kasım 1991’de ‘çok temel kaynakların (petrol) akışının’ engellenmesi gibi ‘yaşamsal çıkarlar’ söz konusu olduğunda görev alanı dışına askeri güç gönderebileceği ilkesini benimsedi.

1998-1999’da Kosova’ya yapılan NATO müdahalesi, Antlaşmanın amaç, ilke ve coğrafi alan tanımları açısından tam bir alan dışılık örneğiydi. Bu noktada NATO’nun savunması insan hakları ihlallerini ortadan kaldırmak olmuştur.

Alan Dışılık konusu SSCB’nin Varşova Paktı’nın ortadan kalkmasından sonra kendisine yeni bir var olma nedeni arayan NATO’nun bu kimlik arayışı devam edeceğe ve sorun olacağa benzemektedir.

Yazının orijinal versiyonu için, https://www.defenceturk.net/dunu-bugunu-ve-yarini-ile-nato-olusum-sureci


Kaynakça

  • Baskın Oran, Türk Dış Politikası, Cilt II
  • Başlangıcından Bugüne NATO Stratejik Konsepti’nin Geçirdiği Evreler, Bilgesam

Share this article
Shareable URL
Prev Post

COVID-19’UN İNSAN YAŞAMINA ETKİLERİ

Next Post

YARIŞMA ORGANİZASYON SÖZLEŞMELERİ

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Read next